Tarih Tarih adlı bir internet sitesi ve bir târih (!)
dergisi var. İnternet sitesi üzerinden birkaç yıldan beri süren yayın, iki sayıdır
da, dergi olarak devâm ediyor. Ben de yaklaşık bir yıl süreyle bu sitede,
târihle ilgili makâleler kaleme aldım. Derginin iki sayısında da yazar olarak
yer aldım.
Bununla berâber ikinci sayının çıkışından birkaç gün
öncesine kadar derginin çizgisinde hiçbir sıkıntı yoktu. Diyebilirim ki,
özellikle yakın târihe yönelmekle berâber genel olarak Türk târihi alanında
başarılı bir çizgileri vardı. Ancak ne olduysa, katıldıkları para ödüllü bir
yarışmayı kazanmalarından sonra oldu. Zâten derginin sâhibi ve genel yayın
yönetmeni konumunda olan Ahmet Özgür Türen de, bunu doğrulamakta ve şöyle
demektedir:
“Yarışmayı kazandık. Bu arkadaşlar
da oy verdi. O zaman kendilerine kötü haberi veriyim. Biz o parayla, 600.000
kişilik Deniz Gezmiş sayfasını satın aldık.”
Yâni tüm mes’ele,
para ve çıkardan ibârettir. Oysa târih ile ilgili yazılıyorsa, bunun kuralları
vardır. Târih bir bilimdir ve diğer bilimler gibi kuralları vardır. Onun sosyal
bir bilim olması, laboratuvar ortamına sokulamaması, bilim dışı yapmaz. Dolayısıyla
târih adına bir şeyler yapılacaksa, bir zahmet, bilimsel olmalıdır.
Dergi, sosyal medya üzerinden İsmet İnönü, Deniz Gezmiş
ve Nâzım Hikmet ile ilgili olumsuz yazanların engelleneceğine dâir bir açıklama
yapmıştı. Elbette hakâret içeren bir yorumu silmek ya da kullanıcıyı engellemek
doğaldır. Ancak hakâret ile olumsuz yorum arasında dağlar kadar fark vardır. Bu
durumda, nasıl tarihçilik yapmaya kalkabilirsiniz ki? Bunu derginin sâhibi olan
kişiye de sormuştum. Bunun sansür olduğunu, sansürcü zihniyetin ise aslâ
bilimsellikten söz edemeyeceğini söylemiştim. Aldığım yanıt ise oldukça netti. Sansür
bile olsa, olumsuz yoruma, yâni eleştiriye izin vermeyeceğini söylemişti. Bunun
üzerine ben de, sosyal medya üzerinden şöyle bir metin kaleme almıştım.
“Bir yıldır
yazarlık yaptığım tarihtarih.com sitesi ile birinci sayısında yazarlık yaptığım
Tarih Tarih Dergisi ile hiçbir ilgim yoktur. İkinci sayı için de, istek
üzerine, yazı göndermiş olmamla berâber, yazımı geri çektiğimi ve
yayınlanmasını istemediğimi bildiririm.
Târih, bir siyâset aracı değildir
ve târih birikimimi hiçbir siyâsî yapının ve amacın emrine sokmam.
Bu duyuru aynı zaman Tarih Tarih
Dergisi'ne de bir uyarıdır ve ikinci sayı için gönderilen yazının
yayınlanmamasını istiyorum...
Bilginize..."
Ancak
ne yazık ki, ikinci sayının basılmış olmasından dolayı, ikinci sayıda adım ve
makâlem yer aldı. Tabiî olarak derginin çizgisindeki bu dönüşümün neden ikinci
sayının basılmasından sonra olduğu da, düşünülmesi gereken bir şey.
Bu metin üzerine derginin sâhibi olan kişi, bana ulaşmış
ve sitemde bulunmuştu. Tabiî, buna karşı yanıtımı vermiştim ve kendisi de Atsız’a
saygı duyduğunu söylemişti. Dün gece ise bu fikrinden de dönmüş olacak ki,
doğrudan Atsız Hoca’nın şahsına saldırıyor ve şöyle diyordu:
“Necip Fazıl'ın Büyük Doğu
dergisinde yazan kim? Atsız
Vahdettin hain değildir diyen kim ?
Atsız
Kana bakarak kişiyi Türk ilan eden
kim? Atsız (Bu en önemli)
Kemalizm'e türlü ters ifadelerde
bulunan kim? Atsız
Dipnot: Atsız'ın kriterlerine göre
ben Türk değilim. Ne yazık ki kanımda, bu ülke vatandaşlarının yüzde 80'i gibi
başka milletler de bulunmaktadır.
Bugüne kadar peki neden Atsız
paylaşımları yaptık?
Tümü kucaklamak için...
Çünkü takip edenlerin çoğu Atsız'ı
tanımıyor.
Dinsiz olduğunu bilen bile çok az.
Bilinse sadece bu sebepten bile
takipçilerinin yarısını kaybeder
Ama artık Tarih Tarih'in Atatürkçü
bir sayfa gibi davranmasının vakti geldi. İnönü ve Nazım Hikmet gibi değer
verdiğimiz kişilere her paylaşımda hakaret edilmesine müsaade edemezdim. Bir
süredir bunun da ipuçlarını veriyorduk.
Atatürk milliyetçiliği denen
kavramı neden yarattılar sanıyorsunuz?
İşte Atsız gibiler yüzünden.
Çünkü onların milliyetçiliği bu
ülkeyi böler, parçalar, yok eder.”
Atsız
Hoca’ya saygı (!) duyduğunu söyleyen bir kişinin hezeyânları diyerek
geçebiliriz belki, ama hâyır, bu bir hezeyân olmanın ötesinde, Türkçülerin
arasında yer bulmaya çalışan bir yapının sözleri olduğu için üzerinde durmak
gerekiyor.
Dergi,
“Gerçekleri derinlerde aramayın” sözüyle çıkıyor ve Mustafâ Armağan denen
Atatürk düşmânına karşı olmak amacını taşıyor. Ancak görünen o ki, ters açıdan
Derin Tarih’in kopyası olmaktan öteye gitmiyor. Nasıl ki, Derin Tarih,
yalanlarla Atatürk’e saldırıyorsa, belli ki, bu da Atsız Hoca’ya saldırıyor.
Son
yıllarda geçmişte dönemin şartlarına göre Maoist, Apocu, Kemalist olan
ulusalcıların, bugünlerde kendilerini Türkçü gibi sunduklarını görüyoruz. Ancak
bu kişilerin ne olduğunu anlamak için Atsız Hoca’nın varlığı, bir turnusol
kâğıdı işlevi görüyor. Atsız Hoca’nın yaptıkları, eserleri, fikirleriyle ortada
olduğu ve onu aşma gibi bir durum olmadığı için doğrudan saldırmayı seçiyorlar.
Ancak bunu yaparken, rezil bir biçimde, iftîrâ atarak ya da bel altına inerek
yapıyorlar.
Şu
yazılan saçmalıklara bir yanıt vermek gerekirse, en başta Necip Fâzıl’ın Büyük
Doğu adlı dergisinde yazma mes’elesine gelelim. Necip Fâzıl’ın yaptıklarını,
söylediklerini, eserlerini bilmeyen yoktur. Peki, böylesine bir kişi ile Atsız
Hoca’nın berâber çalışabilmesi, nasıl mümkün olmuştur? Aslında bu sorunun
yanıtı bellidir ve çok basittir. Ama bu kişi, bunu anlayabilecek zihniyete ve
iyi niyete sâhib olmadığı için anlamamış ya da anlamak istememiştir. Bugün dünyâda
ve Türkiye’de işvereni ile aynı zihniyete sâhib olan kaç kişi vardır ya da
böyle bir gereklilik, var mıdır? Atsız Hoca’nın bir âile babası olduğunu ve
insânî ihtiyâçları olduğunu, evini geçindirmesi gerektiğini unutup, ona böyle
saldırmak, ancak deniz seviyesinin yüzlerce metre altında bir kişiliğe sâhib
olmakla açıklanabilir. Ayrıca bu kişi, Atsız Hoca’nın Büyük Doğu’daki
yazılarını da okumamıştır. Zîrâ okusa idi, o yazıların hiçbirinin Büyük Doğu
çizgisinde olmadığını görürdü. Ama dediğim gibi, bunun için iyi niyetli olmak
gerekir.
Atsız
Hoca’nın Vahdeddîn için hâin değildir, demesini, ona saldırmak için kullanmak
da yine deniz seviyesi altı bir özelliktir. Birincisi, Atsız Hoca, bir tarihçidir;
ikincisi, ihânet, bir duygusal kavramdır. Üçüncüsü, Atsız Hoca’nın bu konudaki
yazıp, söylediklerinin tamâmı belgelidir. Dolayısıyla Atsız Hoca, bir târihçi
olarak bilimsel bir tavır sergilemekte, ancak bilimsellik iddiâsındakiler, bunu
saldırmak için bahâne olarak kullanmaktadır.
Atsız
Hoca’yı kana bakarak Türklük güttüğü için eleştiren kişi, kendisini de büyük
Atatürkçü olarak görüyor. Oysa Atatürk değil miydi, askerî okullara, hemşîre,
veteriner ve öğretmen okullarına Türkiye vatandaşlığının yanında ırken Türk
olma şartını getiren? Üstelik birkaç ay evvel, Atsız Hoca’yı kana dayalı Türkçü
olduğu için saldıran bu kişi, Atatürk’ün bu emrini bildiren bir gazete haberini
paylaşmıştı. Atatürk’ün kana dayalı millîyetçiliği ifâde eden sayısız sözüne de
yer vermeye gerek yok, zâten. Üstelik öyle olmasaydı bile sosyolojik olarak da,
yine, Atsız Hoca’nın görüşü doğrudur. İnsanlar, Türk olmayanların, Türk’üm
demesinden, tuhâf bir haz duyuyor. Saçma bir millîyetçilik anlayışının eseri
olan bir durum, ne yazık ki… Oysa, Almanya’da yaşayan bir Türk’ün, “Ben,
kendimi Alman olarak hissediyorum” dese, ne düşünürler, acâba?
Yine
Atsız Hoca’nın Kemalizm’e dâir eleştirilerine saldırıyor. Ancak okumadan
yapılan bu eleştirilerde, hedefin Atatürk olmadığı ortadadır. Kemalizm adına
hareket eden kesimlere yönelik bu eleştiriler, makâleyi okuyan herkesin
görebileceği bir durumdur. Ama tabiî, görmek istemek ve kötü niyetli olmamak
şartıyla.
Bu
arada, bu kişi, kendisinin Türk olmadığını da, söylemiş. Elbette, kimsenin ırkı
ile ilgilenecek değiliz. Ancak kendisinin söylediği gibi yarışmayı kazanıp,
elde ettikleri meblağ, kendilerinin aslını ortaya koymuştur. Dediğim gibi
kimsenin ırkı ile ilgilenecek değilim. Ama bunu söyledikten sonra Atsız Hoca’ya
saldırmak ve Türkiye’nin %80’inin Türk olmadığını söylemek, saçmalık ve aptallık
değilse nedir? Bunu söylemeye gerek yok, sanırım… Bu arada yine bilimsellik
iddiâ eden birinin, %80 gibi bir rakama nasıl ulaştığını da merâk ediyorum. Ayrıca
Türkler, mâdem %20 ise bütün bir ülkeye adını verebilmek, dilini
benimsetebilmek, kültürünü kabûl ettirebilmek nasıl oluyor, bir zahmet
açıklasın. Elbette kendilerinin herhangi sosyolojik ve antropolojik seviyesi
olmadığı için böyle bir açıklama mümkün değil.
Artık
şurası, iyice belli olmuştur ki, Atsız Hoca’nın dediği gibi “Gerçekten Türkçü olmak kolay değildir. Her
önüne gelen Türkçü olamayacağı gibi, her Türkçüyüm diyen de Türkçü olamaz”.
Hele Atsız Hoca’ya saldırıp, üstelik Türk de olmadan Türkçü olunamaz. Kişiler
istedikleri kadar Ziyâ Gök Alp çizgisinde olduklarını söylesinler, istedikleri
kadar Atatürkçü olduklarını söylesinler, hiçbir gerçek, uzun süreli gizli
kalmaz. Bu kişilerin gerçeği de, gizli kalmamıştır. Ancak üzgünüm ki, bir yıl
gibi bir süre, yazar olarak destek vermiş oldum. Her insan aldanır, aldanmış
olduk. Ancak suç, tekrarlanmadığı sürece, aldanan da değil, aldatandadır. Umarım
bundan sonra da herkes, bu yüzü görmüş ve tanımış olur.
12
Temmûz 2015
KUTLU
ALTAY KOCAOVA
Dilinize sağlık.
YanıtlaSilTeşekkürler...
SilYazınız, 'Putlarız kırıyoruz' diyerek, Namık Kemale, Abdülhak Hamide, Mehmet Emine saldıran Nazım Hikmete, Atsız Atanın verdiği cevap değerinde. Bütün ömrünü Türklüğe vakfetmiş bir ad olan Atsız, ne olursa olsun, sahiplenmeli ve müdafaa edilmelidir. Teşekkürler.
YanıtlaSil