"Sovyetler Birliği ile komşu olan devletler, her şeyden önce
bu devletle iyi geçinmesi gerekir."[1]
Tevfik
Rüştü Aras
1991 yılında Sovyetler Birliği dağılana kadar, Türkiye’de
hep, “tek bağımsız Türk devleti Türkiye” sözü söylenirdi. Elbette bu söz,
yanlış sayılmasa bile tam olarak doğruyu yansıttığı da söylenemez. Zîrâ 20.
yüzyılın ilk yarısında çok sayıda Türk devleti kurulmuştu. Elbette bunlar, pek
uzun süre yaşamamışlardı. En sonuncusu da 1949 yılında yıkılmıştı. Bu devletin
adı Doğu Türkistan Cumhûriyeti idi.
Doğu Türkistan, târihin erken dönemlerinden beri
Türklerin yurdu olmuş bir bölgedir. Bununla berâber târih boyunca birkaç defâ
Çin istilâsına uğramıştır. Son istilâ hareketi ise 1877 yılında
gerçekleştirilmiştir. O dönemde küçük çaplı ve daha ziyâde yerel unsurlar
hâlinde olsa bile kendi yönetimine sâhib olan Doğu Türkistan, Sultân Abdûlazîz
Han döneminde Osmanlı saltanat ve hilâfetine biâd etmişti. Osmanlı yönetimi de,
buna karşılık olarak Kaşgar’da hüküm süren Yâkub Beğ’e “emîrü’l Müslîmin”
ünvânı vermişti. Ancak Çin yönetiminin başlattığı istilâ hareketi ile berâber
1877 yılında bu devlet yıkılmış ve Doğu Türkistan, Çin yönetimi altına
girmişti. Çin ordusu, hemen bir işgâl yönetimi kurmuş ve 11 yıl boyunca Doğu
Türkistan’da işgâl yönetimi var olmuştur. Ancak 1888 yılına gelindiğinde Çin, burada
bir genel vâlilik oluşturmuş ve bir eyâlet yönetimi meydâna getirmişti. Genel
vâliliğin adı ise “yeni sınır” anlamına gelen, Sinkiang olmuştu.
İşgâle karşı ise Doğu Türkistan istiklâl mücâdelesi,
hiçbir zaman hız kesmemiş ve iki defâ başarıya ulaşmıştır. İlk olarak 12 Kasım
1933 târihinde Kaşgar’ın Könci mahallesinde “Gök Bayrak”ın göndere çekilmesiyle
Şarkî Türkistan İslâm Cumhûriyeti kuruldu ve cumhurbaşkanlığına Hoca Niyaz Hacı
getirildi. Ancak 1934 yılında Sovyet Kızılordusu’nun bu genç cumhuriyete
saldırısı ve işgâl hareketi ile berâber bu Türk devleti târihe karıştı.
Yazımın girişinde belirttiğim söz, dönemin Türkiye Dış
İşleri Bakanı olan Tevfik Rüştü Aras’ın Türkiye’den tanınma taleb eden Doğu
Türkistan’ın Türkiye temsilcisi Mustafâ Kenüi’ye söylediği sözdür. Türkiye’den
tanınma taleb eden ve bunun için Atatürk ile görüşmek isteyen Mustafa Kenüi'yi Tevfik Rüştü
Aras, engellediği gibi Kenüi’ye de aklı sıra böyle akıl vermektedir. Henüz
11 yıl evvel İstiklâl Savaşı’nı kazanmış bir ülkenin, dış işleri bakanı… Ayrıca
Mustafâ Kenüi’nin görüştüğü birkaç devlet görevlisinden daha benzeri cevâblar
almış, bâzıları buna Çin’i de eklemiştir.
Bununla berâber Doğu Türkistan İstiklâl Savaşı,
cumhuriyet ordusunun tamâmen yok olduğu 1937 yılına kadar devâm etmiştir. Ancak
cumhûriyet ordusunun yok olması, bir milletin istiklâl savaşını yok etmez. Doğu
Türkistan İstiklâl Savaşı, devâm etmiş ve 12 Kasım 1944’de Doğu Türkistan
Cumhûriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Bu ikinci cumhûriyetin başına ise
Ali Han Töre getirilmişti. Ali Han Töre’nin yaptıklarından rahatsız olan
Sovyetler Birliği ve Çin, cumhûrbaşkanını Gulca’daki Sovyet konsolosluğuna görüşme
için da’vet etmiş, ancak konsolos binâsında alıkoyup, Sovyetler Birliği’ne
kaçırmışlardı. Dünyânın herhangi bir yerinde bu şekilde kaçırılan belki de tek
devlet başkanı, Ali Han Töre’dir. Daha sonra onun yerine cumhûrbaşkanı olan
Ahmet Cân Kâsımî de, Eylül 1949 yılında bindiği uçağın Sovyetler tarafından
düşürülmesiyle öldürüldü. Aralık ayında ise Çin Halk Kurtuluş Ordusu (Çin iç
savaşında Mao Zedung tarafından kurulmuş ve hâlâ Çin Halk Cumhûriyeti’nin
ordusudur) tarafından Doğu Türkistan’ın işgâli ile berâber ikinci cumhûriyet de
târihe karışmıştır.
*
* *
Doğu Türkistan Cumhûriyeti’nin yıkıldığı günden beri
bölgede sık sık olaylar yaşanmakta, zaman zaman bu olayların bir isyân ya da
bir istiklâl hareketi hâlini aldığı görülmektedir. Bu ise topraklarını kaybeden
bir toplumun en doğal hakkıdır. Bununla berâber Çin yönetiminin en küçük olaya
bile nasıl tepki verdiğini biliyoruz. Öldürmeler, mülklere ve mallara el
koymalar, âileleri dağıtma, saç ya da sakal kesme, işkence ve daha birçok akla
hayâle gelmeyecek cezâ yöntemleri…
Buna karşılık Doğu Türkistanlı birçok Uygur ve Kazak
Türkü, çâreyi göç etmekte bulmuştur. Çoğunluğu Türkiye’ye gelmek zorunda
kalmış, bir kısmı ise ABD’ye yerleşmiştir. Doğu Türkistan mes’elesinde, bâzı
kişilerin Çin yandaşlığı yapmasında da asıl etken de budur.
Bilindiği gibi Türkiye, bu konularda genel olarak hep,
karşı tarafı kızdırmayalım, düşüncesi ile hareket etmiştir. Bu yüzden de Dünyâ
Uygur Kongresi lideri Râbiâ Kadir’e vize vermemiştir. Tabiî olarak aynı durumun
Güney Âzerbaycan Türkleri’nden olan ve GAMOH örgütünün lideri Mahmut Ali
Çöhreganlı’nın da başına geldiğini söylemek gerekir. Genel olarak Türkiye,
dikta yönetimlerinden kaçan muhâlif isimlerin pek barınabileceği bir ülke
olamamıştır. Bu durum ise bu kişilerin, ABD ya da başka ülkelerin yolunu
tutmasına yol açmıştır.
Türkiye’de eskiden beri sol hareketlerin içerisinde güçlü
bir Maoist damar bulunmaktadır ve bu damarın en önemli temsilcisi ise Aydınlık
hareketi ile onun lideri Doğu Perinçek ve başına geçtiği örgüt ve partiler
oluşturmuştur. 1969 yılında, yasadışı olarak kurulan Türkiye İhtilâlci İşçi
Köylü Partisi adıyla organize olan yapı, hemen ardından yasallaşmış ve Türkiye
İşçi Köylü Partisi, Sosyalist Parti, İşçi Partisi ve son olarak da Vatan
Partisi’ni çıkarmıştır. Bu arada Türkiye’de Maoist çizginin bir diğer
temsilcisi ise İbrâhim Kaypakkaya tarafından kurulan yasadışı Türkiye Komünist
Partisi – Marksist Leninist / Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (günümüzde
Maoist Komünist Parti / Halk Kurtuluş Ordusu)’dur.
Aydınlık hareketi olarak bilinen yapının, 80’li ve 90’lı
yıllarda Apocu, 28 Şubat ardından ise Kemalist-ulusalcı bir görünüm almasına
rağmen bünyesindeki Maoist ya da en azından Çin hâkimiyeti kaybolmamış ve
sürmüştür. Öyle ki, bu yapı, günümüzde ulusalcı kanadı, büyük oranda kendi
içinde eritmiş ve kendisini Atatürkçü, tam bağımsızlıkçı ve anti-emperyalist
olarak görenler, Çin yandaşı olmakta bir sakınca görmemiştir.
Türkiye’de Doğu Türkistan mes’elesinde Türkçüler ve bâzı
milliyetçi ve İslâmcı grubların dışında en çok yazanlar da bunlardır. Ancak
bunlar için Doğu Türkistan mes’elesi, ABD ve genel olarak Batı emperyalizminin
Çin’i yok etmek için kullandığı bir konudur ve bölgede kesinlikle herhangi bir
sorun yoktur. Bu konuda özellikle en etkili kalemlerinden olan gazeteci Bânu
Avar’ın yazdıklarını okumak gerekmektedir. Kendisi Doğu Türkistan konusunda
duyarlılık gösterenler için sosyal medyada yer alan sayfalarında şöyle
demektedir:
“Türk
milliyetçilerini dış Türklere odaklayıp ana vatanı bölme oyunu 1. Dünya
Savaşında da sahneye konmuştu.”
“Birileri
sahte Türkçülük maskesiyle Amerikan emperyalizminin goygoycusu olacak, samimi
Türkçüleri arkasına takıp felç edecek, ‘Uygurların, Güney Azerbaycanlıların
hakkı derken kendi ülkesinde yok edilecek, ‘Türküm’ demek yasaklanırken
bakacak, yasalardan ‘TÜRK’ sözünün kaldırılması konuşulurken seyirci kalacak,
Türkiye’nin bölünmesi için Anayasa hazırlanırken eli kolu bağlı kalacak, ama
Uygur, Güney Azerbaycan diye ayağa fırlayacak, Türklük ‘gazı’ da bu yolla
alınmış olacaktır.”
Doğu Türkistan’daki yaşanan Çin zulmünün gündeme
gelmesini ABD oyunu olarak sunan ve böylece Çin’i aklamaya çalışan bu yapının
doğruyu söylemediği ise ortadadır. Zîrâ ABD ile Çin arasında çok güçlü bir
ekonomik işbirliği vardır. Ekonomisi tamâmen ihrâcata dayanan Çin’in ABD’ye
yönelik ihrâcatı, CIA verilerine göre 2014 yılında %16,9 olmuştur. Yıllık 2,343
trilyon dolar ihrâcat yapan Çin’in ABD’ye yılda yaklaşık 400 milyar dolar
ihrâcat yaptığını söyleyebiliriz. Avrupa Birliği, Japonya, Avustralya, Kanada
gibi Batılı emperyalistler olarak nitelenen ülke ve birlikler de eklendiğinde,
rakam yarı yarıya olmaktadır. [2] [3]
Bu rakamlara baktığımızda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz
ki, ne ABD’nin ne de Batı’nın Çin’i yok etmek ya da parçalamak gibi bir
düşüncesi yoktur. Üstelik olsa bile bunun yolu, Doğu Türkistan’da yaşananlara
dâir gündem yaratmak değil, doğrudan Çin’in ihrâcatına zarar vermekten geçer.
ABD Kongresi’nin destek aldığı bilinen Dünyâ Uygur Kongresi’nin almış olduğu
yardım, bu mes’eleyi ABD’nin yörüngesine sokmayacağı gibi, öz olarak
bakıldığında İstiklâl Savaşı yıllarında yaşanan Türk-Sovyet ilişkisine
benzetebiliriz. Nasıl ki, İstiklâl Savaşı yıllarındaki Sovyet desteği,
Türkiye’yi Sovyet yörüngesine sokmadıysa, varlığı en düşük seviyede olan
Amerikan siyâsî desteği de Doğu Türkistan’ı ABD yörüngesine sokmayacaktır.
Kendilerine bilimsel sosyalist diyen ve Karl
Marks’ın izinden gittiğini söyleyenlerin, Marksizm’in “her olayın temelinin
ekonomiye dayandığı” ilkesini unuttuklarını görmek ise gerçekten ibret verici
bir hakikattir.
* * *
Doğu Türkistan mes’elesi, bizler için farklı bir ülkede
yaşanan bir olay değildir. Tûrancılık, bütün dünyâ Türklüğünü, tek millet
olarak görmek ve dağınık hâlde bulunan bu milleti birleştirmek ülküsüdür. Dolayısıyla
bizim için Doğu Türkistan mes’elesi, bir kardeş ülkenin ya da milletin değil,
bizzât bizim sorunumuzdur. Bizim için Ankara, İstanbul, Astana, Ürümçi, Ötüken,
Lefkoşa, Bâkû ve Kırım aynıdır. Dolayısıyla Türkçüler, Doğu Türkistan
mes’elesinde gönülden hareket ederler.
Birileri Doğu Türkistan’da yaşanan katliâmların üzerini
birkaç sahte fotoğraf üzerinden örtmeye kalksa da, birileri Doğu Türkistan’da
yaşanan katliâmların üzerini birkaç aptalca olay üzerinden örtmeye kalksa da,
bunu başaramayacaklar ve binlerce yıllık Türk yurdu, yeniden istiklâline
kavuşacaktır. Yaşananlar göstermiştir ki, Tûrancılık dışındaki bütün millîyetçi
akımlar sakattır ve yok olmaya mahkûmdur.
KUTLU
ALTAY KOCAOVA
07.07.2015