Alevîliğin Türklerin Müslümânlaşmasından önce ortaya çıktığını, Alevîliğin
temellerini ortaya koyarken, belirtmiştim. Bâtınî – Heterodoks Şiîliği anlamına
gelen bu yapı, içinde çok sayıda alt kolla berâber Abbâsîler döneminde büyük
bir yayılma alanı bulmuştu.
Türklerin bir kısmı Abbâsî İslâm orduları içerisinde yer alıp,
hızla yükselmiş; bir kısmı ilk Müslümân Türk hânedânlıklarını kurmuştu. Bir
kısmı da o dönemde sık sık isyân hareketleriyle kendini gösteren, bu Bâtınî
hareketler içerisinde yerini almıştı.
Bunların ilki Hasan bin Zeyd’ül Alevî’nin Îrân’ın Taberistân bölgesinde
başlattığı harekettir[1].
Bu hareket, bir isyân hareketi olmasa da, bir inanç hareketi idi ve hedefi
Türkistân’da yayılmaktı. Bu dönemde tam kırk yıl boyunca, Türkistân’da
propaganda faâliyetleri yürütüldü ve Türkistân bölgesinde önemli bir Alevî topluluk
oluşturuldu. Ancak Sinbâd, Babek ve benzeri isyânlardan dolayı ilk Alevî
Türkler diyebileceğimiz bu insânlar, dağlık bölgelere çekildiler.
Sonraki dönemde Abbâsî hâlifesi Mem’un döneminde 816 yılında Fars
asıllı Babek, Hûrremî isyânını başlatmıştır. Aşağı yukarı 22 yıl süren bu isyân,
uzun süre bastırılamadığı gibi geniş alanlara yayılmıştır. Bu dönemde çok
sayıda Türk, bizzât isyânın yönetiminde rol almış, ayrıca çok sayıda Türk boyu
da, bu isyâna dâhil olmuştur.
Hûrremî mezhebi ve hareketi, Alevîliğin Türkler arasında ortaya
çıkması ve yayılması sürecinde çok iyi incelenmesi gereken bir harekettir. Sâsânî
Farsları’nın önemli bir isyâncısı olan ve döneminde bir komünizm uygulaması
gerçekleştirmek isteyen Mazdek’in yolundan gitmek isteyen bir grup olduğunu
kaynaklar belirtmektedir. Genel olarak İslâm târîhçileri, Hûrremî hareketi ve
hareketin lideri Babek için kötü ifâdeler kullanırlar. Ancak çeşitli
kaynaklardan görülebildiği kadarıyla Hûrremî inancı, tenâsüh (reenkarnasyon),
hedonizm[2]
gibi inançlara sâhibdir. Hûrremî inancına göre dünyâda zevk veren her şey,
zorlama ve baskı olmadığı sürece serbesttir. Ayrıca hulûliyye inancını
benimserler. Hulûliyye, Tañrı’nın ya da herhangi bir peygamberin, herhangi
birinin bedenine “hulûl” ettiğine (bedenine girdiğine) inanmaktır. Bu açıdan 816
yılında Hûrremî ayaklanmasını başlatan Babek’i peygamber ya da Tañrı’nın
bedenlenmiş hâli olarak görürlerdi. Bununla berâber Hûrremî savaşçılarının,
kızıl elbise ve kızıl başlık takmaları, daha sonra yaygınlık kazanmış ve Sâfevî
târikâtında önce târikâtın, daha sonra devletin silâhlı unsurlarına “kızıl
başlık” takmak zorunlu bir hâle getirilmişti.
Fars, Türk, Arab, Ermenî, Kürd ve Gürcü gibi çok sayıda ırkı
bünyesinde barındıran bu isyân, 22 yıl sonra, 838 yılında bir Türk komutanı
olan Afşın tarafından bastırıldı ve Afşın’ın korkusundan Hûrremî mezhebine
mensûb çok sayıda kişi, çeşitli bölgelere dağıldılar.
Bununla birlikte Türklerin, kitleler hâlinde Müslümân olmaya
başlamasıyla berâber devlet kontrolünün dışında bulunan ve coğrâfî olarak
dağlık bölgelerde yaşamayı tercîh eden ba’zı Türk grupları, Bâtınî Şiî İslâm
inançlarını ta’kib etmeye başladılar. Şehirlerden ve ba’zı yerlerde köylerden
bile kopuk olarak yaşayan bu gruplar, İslâm’ı doğrudan doğruya medrese gibi
eğitim kurumlarıyla, dîn adamlarından değil; önder kabûl ettikleri ba’zı
kişilerden öğrendikleri için inançlarda değişmeler baş gösterdi. Bu arada
Bâtınî inançlar, zamânla etkisini daha çok gösterdi. Zîrâ yazılı kurallar
yerine sözlü geleneğe dayanan bu inançlar, dağlık bölgelerde daha kolay yayılma
alanı buldu.
Her isyân girişimi, sertlikle bastırılan Bâtınî-Alevî unsurlar,
dağlara sığınırken, çeşitli sebeblerle dağları mesken tutan Türk boyları ya da
topluluklarıyla önemli ilişkiler geliştirdiler. Anadolu dağları, Îrân dağları,
Kafkas Dağları, Pamir Dağları ve Türkistân dağları, mükemmel sığınaklar hâline
dönüştü.
Bu arada Îrân’ın Deylem bölgesinde yer alan Alamut Kalesi’nde Hasan
Sabbah’ın liderliğinde yaşanan olaylar, oldukça ilginçtir. Arap kökenli Hasan
Sabbah’ın kurduğu bu yapının içerisinde Türk, Fars, Ermenî, Kürd, Gilânlı ve
benzeri çok sayıda ırk vardı. Ancak Hasan Sabbah’tan sonra Alamut’u yöneten
Kiya Buzrug Ümid, Türk kökenli idi ve Alamut’un Moğollar tarafından yıkılmasına
kadar onun soyundan gelenler tarafından yönetildi.
Sonraki dönemlerde “Horasan erenleri” adıyla anılan birçok kişinin
Anadolu’ya gelmesi, Anadolu’da önemli etkiler yarattı. Özellikle Hacı Bektâş-ı
Velî, Âhî Evren Nâsırüddîn Mahmûd, Baba İshâk gibi isimler, çok ciddî etkiler
meydâna getirdiler. Anadolu’ya yerleşen Türkmenlerin dînî ve fikrî liderliğini
üzerlerine alan bu isimlerin etrâfında binlerce Türk toplandı. Özellikle peygamberlik
iddiâsında bulunan Baba İshâk’ın Selçuklu döneminde Anadolu’da başlattığı ve
Bâtınî özellikler taşıyan isyân, Anadolu’da çok sayıda Türkmen boyunun
katılımıyla büyüdü. Bu boylar, her ne kadar Alevî – Bâtınî inanca sâhib olmasa
da, yaşanan süreç, onları Alevîleştirdi.
Burada Osman Turan’ın şu sözleri önemlidir: “XIII üncü asır
ortalarında peygamberlik iddiasiyle ortaya çıkan Baba İshak Resûl (V. de
Beauvais’de bu isim Paperissole olmuştur), Barak Baba, Sarı-Saltuk gibi Türkmen
babaları Müslüman şeyhlerinden fazla eski Şaman (Kam) ların hüviyetinde
gözüküyorlardı. Bu sebeple de şehirli müslümanlarla göçebeler arasında tezat
husûle gelmiş; Şamanîlik bazı Türk tarikatlerine girmiş; evvelce de mevcut
olmakla beraber, müzik ve Semâ’ (raks) daha yaygın dinî bir vecd unsuru
olmuştur”.[3]
Osman Turan’ın burada söylediği “Müslüman şeyhlerinden fazla
eski Şaman (Kam) ların hüviyetinde gözüküyorlardı” ifâdesi önemlidir. Zîrâ
yazımın, dördüncü bölümü olan “Türklük ve Alevîlik ilişkisi” başlığı altında
cevâblamaya çalışacağımız soruların başında bu gelecektir. Bunun neden ve nasıl
olduğunu cevâblamaya çalışacağız.
Çingiz Kağan’ın başlattığı büyük akınla berâber Türkistân’dan çok
büyük Türkmen kitleleri Anadolu’ya gelmiştir. Bunların ba’zıları Türkistân
Alevîleri olmakla berâber, bunlar oldukça küçük bir azınlık olarak
nitelenebilir. Ancak bunlarla Îrân bölgesindeki çeşitli Şiî Bâtınî grupların
Anadolu’ya gelmesi önemlidir. Özellikle Îrân ve Âzerbaycan bölgesinden
Anadolu’ya doğru sürekli olarak göç hareketi yaşanmıştır. Bununla berâber
Anadolu Alevîliğini en son şekillendiren Sâfevî târikâtı ve onun devlet
olmasını sağlayan şeyhi Şâh İsmâil’dir.
[1]
Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Alevîler’in Mühim Fa’aliyete
Geçmeleri Ve Türkistan’a Alevî Dâîlerinin Yayılmaları, s. 50, Hilmi Ziyâ
Neşriyâtı, Ahmet Sait Tab’ı, 1940.
[2]
Hedonizm, hoşa giden her şeyi mübâh sayan bir anlayıştır. Farsça olan Hûrremî
kelimesi de, hoşçu, hedonist gibi anlamlara sâhibdir.
[3] Turan,
Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, s. 282, Turan Neşriyat
Yurdu, 1969
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder