5 Temmuz 2015 Pazar

ALEVÎLİK VE TÜRKLÜK İLE OLAN İLİŞKİSİ 3 (Türkler Arasında Alevîliğin Ortaya Çıkışı)

Alevîliğin Türklerin Müslümânlaşmasından önce ortaya çıktığını, Alevîliğin temellerini ortaya koyarken, belirtmiştim. Bâtınî – Heterodoks Şiîliği anlamına gelen bu yapı, içinde çok sayıda alt kolla berâber Abbâsîler döneminde büyük bir yayılma alanı bulmuştu.

Türklerin bir kısmı Abbâsî İslâm orduları içerisinde yer alıp, hızla yükselmiş; bir kısmı ilk Müslümân Türk hânedânlıklarını kurmuştu. Bir kısmı da o dönemde sık sık isyân hareketleriyle kendini gösteren, bu Bâtınî hareketler içerisinde yerini almıştı.

Bunların ilki Hasan bin Zeyd’ül Alevî’nin Îrân’ın Taberistân bölgesinde başlattığı harekettir[1]. Bu hareket, bir isyân hareketi olmasa da, bir inanç hareketi idi ve hedefi Türkistân’da yayılmaktı. Bu dönemde tam kırk yıl boyunca, Türkistân’da propaganda faâliyetleri yürütüldü ve Türkistân bölgesinde önemli bir Alevî topluluk oluşturuldu. Ancak Sinbâd, Babek ve benzeri isyânlardan dolayı ilk Alevî Türkler diyebileceğimiz bu insânlar, dağlık bölgelere çekildiler.

Sonraki dönemde Abbâsî hâlifesi Mem’un döneminde 816 yılında Fars asıllı Babek, Hûrremî isyânını başlatmıştır. Aşağı yukarı 22 yıl süren bu isyân, uzun süre bastırılamadığı gibi geniş alanlara yayılmıştır. Bu dönemde çok sayıda Türk, bizzât isyânın yönetiminde rol almış, ayrıca çok sayıda Türk boyu da, bu isyâna dâhil olmuştur.

Hûrremî mezhebi ve hareketi, Alevîliğin Türkler arasında ortaya çıkması ve yayılması sürecinde çok iyi incelenmesi gereken bir harekettir. Sâsânî Farsları’nın önemli bir isyâncısı olan ve döneminde bir komünizm uygulaması gerçekleştirmek isteyen Mazdek’in yolundan gitmek isteyen bir grup olduğunu kaynaklar belirtmektedir. Genel olarak İslâm târîhçileri, Hûrremî hareketi ve hareketin lideri Babek için kötü ifâdeler kullanırlar. Ancak çeşitli kaynaklardan görülebildiği kadarıyla Hûrremî inancı, tenâsüh (reenkarnasyon), hedonizm[2] gibi inançlara sâhibdir. Hûrremî inancına göre dünyâda zevk veren her şey, zorlama ve baskı olmadığı sürece serbesttir. Ayrıca hulûliyye inancını benimserler. Hulûliyye, Tañrı’nın ya da herhangi bir peygamberin, herhangi birinin bedenine “hulûl” ettiğine (bedenine girdiğine) inanmaktır. Bu açıdan 816 yılında Hûrremî ayaklanmasını başlatan Babek’i peygamber ya da Tañrı’nın bedenlenmiş hâli olarak görürlerdi. Bununla berâber Hûrremî savaşçılarının, kızıl elbise ve kızıl başlık takmaları, daha sonra yaygınlık kazanmış ve Sâfevî târikâtında önce târikâtın, daha sonra devletin silâhlı unsurlarına “kızıl başlık” takmak zorunlu bir hâle getirilmişti.

Fars, Türk, Arab, Ermenî, Kürd ve Gürcü gibi çok sayıda ırkı bünyesinde barındıran bu isyân, 22 yıl sonra, 838 yılında bir Türk komutanı olan Afşın tarafından bastırıldı ve Afşın’ın korkusundan Hûrremî mezhebine mensûb çok sayıda kişi, çeşitli bölgelere dağıldılar.  
  
Bununla birlikte Türklerin, kitleler hâlinde Müslümân olmaya başlamasıyla berâber devlet kontrolünün dışında bulunan ve coğrâfî olarak dağlık bölgelerde yaşamayı tercîh eden ba’zı Türk grupları, Bâtınî Şiî İslâm inançlarını ta’kib etmeye başladılar. Şehirlerden ve ba’zı yerlerde köylerden bile kopuk olarak yaşayan bu gruplar, İslâm’ı doğrudan doğruya medrese gibi eğitim kurumlarıyla, dîn adamlarından değil; önder kabûl ettikleri ba’zı kişilerden öğrendikleri için inançlarda değişmeler baş gösterdi. Bu arada Bâtınî inançlar, zamânla etkisini daha çok gösterdi. Zîrâ yazılı kurallar yerine sözlü geleneğe dayanan bu inançlar, dağlık bölgelerde daha kolay yayılma alanı buldu.

Her isyân girişimi, sertlikle bastırılan Bâtınî-Alevî unsurlar, dağlara sığınırken, çeşitli sebeblerle dağları mesken tutan Türk boyları ya da topluluklarıyla önemli ilişkiler geliştirdiler. Anadolu dağları, Îrân dağları, Kafkas Dağları, Pamir Dağları ve Türkistân dağları, mükemmel sığınaklar hâline dönüştü. 

Bu arada Îrân’ın Deylem bölgesinde yer alan Alamut Kalesi’nde Hasan Sabbah’ın liderliğinde yaşanan olaylar, oldukça ilginçtir. Arap kökenli Hasan Sabbah’ın kurduğu bu yapının içerisinde Türk, Fars, Ermenî, Kürd, Gilânlı ve benzeri çok sayıda ırk vardı. Ancak Hasan Sabbah’tan sonra Alamut’u yöneten Kiya Buzrug Ümid, Türk kökenli idi ve Alamut’un Moğollar tarafından yıkılmasına kadar onun soyundan gelenler tarafından yönetildi.

Sonraki dönemlerde “Horasan erenleri” adıyla anılan birçok kişinin Anadolu’ya gelmesi, Anadolu’da önemli etkiler yarattı. Özellikle Hacı Bektâş-ı Velî, Âhî Evren Nâsırüddîn Mahmûd, Baba İshâk gibi isimler, çok ciddî etkiler meydâna getirdiler. Anadolu’ya yerleşen Türkmenlerin dînî ve fikrî liderliğini üzerlerine alan bu isimlerin etrâfında binlerce Türk toplandı. Özellikle peygamberlik iddiâsında bulunan Baba İshâk’ın Selçuklu döneminde Anadolu’da başlattığı ve Bâtınî özellikler taşıyan isyân, Anadolu’da çok sayıda Türkmen boyunun katılımıyla büyüdü. Bu boylar, her ne kadar Alevî – Bâtınî inanca sâhib olmasa da, yaşanan süreç, onları Alevîleştirdi.

Burada Osman Turan’ın şu sözleri önemlidir: “XIII üncü asır ortalarında peygamberlik iddiasiyle ortaya çıkan Baba İshak Resûl (V. de Beauvais’de bu isim Paperissole olmuştur), Barak Baba, Sarı-Saltuk gibi Türkmen babaları Müslüman şeyhlerinden fazla eski Şaman (Kam) ların hüviyetinde gözüküyorlardı. Bu sebeple de şehirli müslümanlarla göçebeler arasında tezat husûle gelmiş; Şamanîlik bazı Türk tarikatlerine girmiş; evvelce de mevcut olmakla beraber, müzik ve Semâ’ (raks) daha yaygın dinî bir vecd unsuru olmuştur”.[3]

Osman Turan’ın burada söylediği “Müslüman şeyhlerinden fazla eski Şaman (Kam) ların hüviyetinde gözüküyorlardı” ifâdesi önemlidir. Zîrâ yazımın, dördüncü bölümü olan “Türklük ve Alevîlik ilişkisi” başlığı altında cevâblamaya çalışacağımız soruların başında bu gelecektir. Bunun neden ve nasıl olduğunu cevâblamaya çalışacağız.

Çingiz Kağan’ın başlattığı büyük akınla berâber Türkistân’dan çok büyük Türkmen kitleleri Anadolu’ya gelmiştir. Bunların ba’zıları Türkistân Alevîleri olmakla berâber, bunlar oldukça küçük bir azınlık olarak nitelenebilir. Ancak bunlarla Îrân bölgesindeki çeşitli Şiî Bâtınî grupların Anadolu’ya gelmesi önemlidir. Özellikle Îrân ve Âzerbaycan bölgesinden Anadolu’ya doğru sürekli olarak göç hareketi yaşanmıştır. Bununla berâber Anadolu Alevîliğini en son şekillendiren Sâfevî târikâtı ve onun devlet olmasını sağlayan şeyhi Şâh İsmâil’dir.




[1] Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Alevîler’in Mühim Fa’aliyete Geçmeleri Ve Türkistan’a Alevî Dâîlerinin Yayılmaları, s. 50, Hilmi Ziyâ Neşriyâtı, Ahmet Sait Tab’ı, 1940.
[2] Hedonizm, hoşa giden her şeyi mübâh sayan bir anlayıştır. Farsça olan Hûrremî kelimesi de, hoşçu, hedonist gibi anlamlara sâhibdir. 
[3] Turan, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, s. 282, Turan Neşriyat Yurdu, 1969

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder