Bayburt Postası adlı yerel gazetedeki köşenizde son iki
yazınızı Atsız Hoca’ya ayırmışsınız ve Hoca’ya karşı eleştirel bir gözle
yaklaştığınızı söylüyorsunuz. Hattâ doğrusunu da, yanlışını da yazdığınızı
söylüyorsunuz. Elbette isteyen herkes, istediği kişi hakkında, hakâret etmediği
sürece, istediğini söyleyebilir. Ancak bakalım, söyledikleriniz ne kadar doğru?
İlk olarak “Türkçülüğü tarikat, Atsız’ı da şeyh ettiler”
yazınız üzerinden hareket edelim.
Bu yazınızda “Atsız çuvallamıştır” diyorsunuz ve bunu
akılcı bir eleştiri olarak görebiliyorsunuz. Öncelikle çuvallamak gibi argo bir
sözcük ile eleştiri yaptığınızı sandığınız an, eleştirinin ne olduğunu zerre
anlamadığınız belli oluyor. Eleştiri yazısında ne argo, ne eleştirilen kişiye
yönelik aşağılayıcı bir ifâde kullanılamaz. Kullanılırsa ne olur? Söz konusu
yazı, bütün değerini kaybeder ve değersiz bir hâl alır.
Şimdi gelelim, Atsız Hoca’nın çuvalladığını iddiâ
ettiğiniz konuya. Yazınızın ilgili kısmında diyorsunuz ki, “Geçen hafta, Osmanlı Padişahlarının soyları sopları konusunda bir paylaşımda
bulundum sosyal medyada bazı tepkiler geldi”. Ne idüğü belirsiz olan,
hiçbir akademik ve bilimsel eğitimi olmayan, kaynakları uydurma olan ve Bilge
Kağan’ı Türk peygamberi sanan Ali Kemal Meram’ın “Padişah Anaları” adlı kitâbındaki
saçmalıkları gerçek kabûl ediyor ve Atsız Hoca’yı bu saçmalıkları kabûl
etmediği için “çuvallamakla” ithâm ediyorsunuz. Sürekli bilimsellikten söz
eden, Atsız Hoca gibi bir bilim adamını “bilim karşıtlığı” ile suçlayan siz,
Ali Kemal Meram’ın bilim dışı zırvalarını gerçek olarak kabûl edebiliyor,
kaynak sormuyorsunuz. Oysa basit bir târih araştırması ile bu konudaki
gerçekleri öğrenebilirdiniz. Ama yine de bu konuda Kânûnî Sultân Süleyman’a
kadar olan pâdişâh ve beylerin annelerinin kimler olduğunu size yazayım:
Gâzî
Ertuğrul Beğ'in annesi, Kayı boyundan Hayme Ana'dır.
Gâzî
Osman Beğ'in annesi, Kayı boyundan Hayme Hatun'dur.
Gâzî
Orhan Beğ'in annesi de Kayı boyundan Malhon Hatun'dur. Bu isim, Âşık Paşaoğlu
târîhinde ve Neşrî târîhinde, bu şekilde geçer. Oruc Beğ Târîhi'nde "Râbîâ
Hatun" olarak, Rüstem Paşa Târîhi'nde ise Bâla Hatun olarak geçer.
Şehîd
1. Murâd Han'ın annesi, sonradan Nilüfer adını alan Holofira isimli Rûm'dur.
Yıldırım
Bâyezid Han'ın annesi de, Rûm kökenli olan Gülçiçek Hatun'dur. İsmâil Hakkı
Uzunçarşılı'nın Büyük Osmanlı Târîhi'nde Gülbahar Hatun adıyla geçer.
1.
Mehmed Han'ın annesi, Germiyanoğlu 2. Yâkûb Beğ'in kızı Devletşah Hatun'dur.
Avşar boyuna mensûb olan Devletşah Hatun, aynı zamanda Celâleddîn-i Rûmî'nin
oğlu Sultân Veled'in kızı Mutahhara Hatun'un soyundan gelmektedir.
2.
Murâd Han'ın annesi, Emîne Hatun'dur. Dulkadiroğlu Nâsıreddîn Mehmed Beğ'in
kızı olan Emîne Hatun, Avşar boyundandır.
Fâtih
Sultân Mehmed Han'ın annesi Hûmâ Hatun, Çandarlı Türkmenlerindendir.
2.
Bâyezid Han'ın annesi olan Gülbahar Hatun, Dulkadiroğlu Süleymân Beğ'in kızıdır
ve Avşar boyundandır.
Yavûz
Sultân Selîm Han'ın annesi olan Ayşe Hatun, Dulkadiroğlu Âlâ'üd-devle Bozkurt
Beğ'in kızıdır ve Avşar boyundandır.
Kânûnî
Sultân Süleyman Han'ın annesi olan Ayşe Hafsa Sultân ise Kırım Hanı Mengli
Giray'ın kızıdır ve Çingis Kağan'ın soyundan gelmektedir.
Halil İnalcık, İsmâil Hâmi Danişmend, İsmâil
Hakkı Uzunçarşılı gibi isimlerin eserlerini incelerseniz, hazırladığım bu
listenin doğru olduğunu görebilirsiniz. Ama tabiî, bunun için bilimin en büyük
düşmanı olan önyargılarınızı kenara koymanız gerekecektir.
Bu arada Atsız Hoca gibi Âşıkpaşaoğlu
Tarihi, Oruc Beğ Tarihi, Ahmedî Tarihi, Şükrullah Tarihi, Birgili Mehmed Efendi
Bibliyografyası, Ebussuud Bibliyografyası, Mustafa Âli Bibliyografyası gibi
Osmanlı târihi konusunda kaynak olan eserleri bulan ve ilk defâ yayınlayan,
Sultân 2. Murad dönemine dâir takvim kayıtlarını ortaya çıkaran ve yayınlayan Atsız
Hoca’yı bilim dışı bir zırva kaleme alan Ali Kemal Meram üzerinden çuvallamakla
suçlamak ciddî anlamda ele alınması gereken bir durumdur.
Ahmet Haldun Terzioğlu adında 13 yılda 45
roman yazmakla övünen kişinin romanlarını, Atsız Hoca’nın romanlarından üstün
olduğu ifâdenize gelirsek, tercih sizindir. Elbette bir yazarı, bir başka
yazara göre daha çok beğenme, sevme, takdîr etme hakkına sâhibsiniz. Bu yüzden
sizi kınayamayız. Ama edebî zevkinizin zayıflığı ve edebiyât alanındaki
câhilliğinizi görüp üzülebiliriz. Her zaman taklidler asıllarını yaşatır.
Terzioğlu’nun başta Kür Şad romanı olmak üzere birçok romanını okuyanlar, Atsız
Hoca’nın Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor romanlarının birer
taklîdinden başka bir şey olmadığını göreceklerdir. Ayrıca bir eleştiri yazısı
yazılacaksa ve bir iddiâda bulunacaksa, yazarın açık konuşması gerekir. Yâni
Terzioğlu’nun romanlarının Atsız Hoca’nın romanlarından her bakımdan üstün
olduğunu söylerken, hangi romanları olduğunu ve nasıl üstün olduğunu da ortaya
koyması gerekir. Meselâ Terzioğlu’nun hangi romanı Ruh Adam romanının
üzerindedir? Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor romanlarından
esinlenerek yazılan romanların, onlardan üstün olabilmesi nasıl mümkün oluyor?
Yok, eğer gerçekten üstünse, yazar, neden kendisinden altta olan bir yazarı
taklîd etmeye devâm edebiliyor.
Dolayısıyla bu yazınız, gerek târih, gerek
edebiyât anlamında içinde bulunduğunuz cehâletin açık birer göstergesidir. Gelelim
“Atsız-şeyh tartışmasına devam…” başlıklı yazınıza…
Bir önceki yazınızda ve bu yazınızın
girişinde, sizi eleştirenleri Atsız’ı bir şeyh gibi görmekle suçluyorsunuz ama
bir 11 Aralık günü, Atsız Hoca için söylediğiniz “Yaratan, öldüren ve dirilten
O’ydu” cümlesini söyleyen kişi olmakla övünüyorsunuz. Siz, Atsız Hoca’yı
tanrılaştıran bir cümle söylemekle övünürken, sizi eleştirenleri Atsız Hoca’yı
şeyh olarak görmekle suçlayabiliyorsunuz. Elbette, Türkçüler arasında bir şeyh
gibi gören olabilir. Ama sanırım bu durum, işine gelen yerde tanrılaştıran
kişiler kadar sıkıntılı bir durum değildir.
Yazınızın devâmında da Atsız Hoca için “Atsız eleştirilerine başlayabiliriz artık” diyorsunuz.
Eleştirilerinize tek tek yanıt vereceğim.
Atsız Hoca’nın 1942 yılında yazdığı “Türk
Gençliği Nasıl Yetişmelidir?” başlıklı yazıda yer alan bâzı cümleler
üzerinden hareket ediyor ve diyorsunuz ki;
“Kız-erkek öğrencilerin bir arada
okumalarına karşı çıkıyor Atsız. Nedenmiş? Çünkü kızlar arasında kalan kimi
erkek çocuklar erkeklik duygularını yitiriyorlarmış.
Saçmalıktır bu, bilimsel bir
dayanağı yoktur bu sav’ın…
Ama
durun dahası da var, Atsız, erkek öğrencilere bayan öğretmenlerin ders
okutmasını da zararlı buluyor. Buluyor ama kendi eşi Bedriye Atsız Hanımefendi
erkek öğrencilere ders okutup durmuş.”
Öncelikle basit bir dilbilgisi kuralını
hatırlatayım. Özel isim olmayan ve ek alması durumunda başka bir sözcükle
karışmayacak sözcüklere kesme işâreti konulmaz. Yâni “sav’ın” yerine “savın”
demeniz gerekir. Şimdi eleştirinize yanıt verelim.
Atsız Hoca’nın kadın düşmânı olduğunu iddiâ
edilen yazı, 1942 yılında yazılmıştır. Yâni Avrupa’nın büyük kısmında,
kadınların hâlâ oy kullanma hakkının olmadığı, ABD, Avrupa gibi gelişmiş
ülkelerde kadınların üniversite ve akademide bulunmasının, bizzât erkek bilim
adamları tarafından engellendiği bir dönem. Bu konuda size bir kitâbı önermek
isterim. Ünlü ABD’li feminist ve bilim adamı olan Evelyn Reed’in Payel
Yayınları’ndan çıkan “Bilim ve Cinsiyet Ayrımı”[1]
adlı eser, bu konuda çok önemlidir. Eserin ABD’de yayınladığı yıl, 1978’dir ve
bu eser, ABD ve Avrupa üniversitelerinde kadın öğrenci ve öğretim üyelerine
çıkarılan engelleri ortaya koymaktadır.
Ayrıca Atsız Hoca’nın bu yazıyı yazdığı
târihte Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verileli, henüz sekiz yıl
olmuştu. Ayrıca aynı Türkiye, 1923 yılında ünlü feminist Nezîhe Muhiddîn’in
Kadınlar Halk Fırkası adlı partiyi kurmak istemesine karşı kadınlığı öne
sürerek izin vermemişti. Şimdi sizin mantığınıza göre 1934 yılında kadınlara
siyâsî haklarını veren Türkiye’yi görmek yerine, 1923’te kadınların siyâset
yapmasını, kadınlıklarını öne sürerek engellemeyi mi sunmak gerekir? Bu arada
size sormak isterim, Atsız Hoca’nın 1942’deki bu yazısından sonraki 33 yıllık
ömründe bu tarz bir başka yazı gördünüz mü? Göremezsiniz, çünkü yok. Sizin yaptığınız
şey, Mustafâ Armağan, Kadir Mısıroğlu gibi kişilerin Atatürk’e çamur atmak için
târihi çarpıtmasından farksız. Tamâmen aynı anlayış.
Atsız Hoca’nın aynı yazısının bir başka
kısmına dâir de şunları yazıyorsunuz:
“Atsız, okulların birer kışla gibi
olmasını, öğrencilere askeri eğitim verilir gibi eğitim verilmesini ve mümkünse
okul müdürlerinin de yüksek rütbeli subaylardan olmasını savunuyor: “Ceza bütün
şiddetiyle okullara girmeli ve kötü aile muhitlerinde yetişen veya şahsen
fenalığa istidatı olan çocuklar yaptıkları hareketlerin mukabelesiz kalmadığını
görmeli ve iyi çocukların da bozulmasının önüne geçilmelidir”.
Ya
spor? Ohooo o bağlamda da neler var neler: “Askerlik ve spor liselerde daha
sıkı olarak devam etmeli ve talebeler silahla toplu bir halde talime, hakiki
süngü ve kılıçlarla hakiki mübarezeler (çatışmalar) yapmağa alışmalıdır. Zarar
yok, aralarında tehlikeli yara alanlar bulunsun… Bu yaralar sinemaların,
baloların yaptığı tahribat kadar zararlı değildir.”
Atsız Hoca’nın bu önerisinde de, dönemin
etkisi vardır. Çünkü o dönemde Türkiye’de okullarda belli ölçülerde askerî
eğitim verildiği gibi Kâzım Karabekir Paşa’nın “Çocuk Dâvâmız”[2]
adlı eserinde ortaya koyduğu sistem de aşağı yukarı budur. Yâni bu fikir, Atsız
Hoca’ya âid değildir. Dönem içerisinde oldukça yaygın olan bir fikirdir ve o
şartlar altında Atsız Hoca da bunu benimsemektedir. Kaldı ki, 2. Dünyâ Savaşı’nın
en sert ve kanlı bir biçimde yaşandığı, Alman tanklarının sınırlarımıza
yığıldığı bir dönemde çok yaygın olan bir fikri, Atsız Hoca da yazdı diye
eleştirmek, ancak kötü niyetle açıklanabilir.
Şimdi de gelelim, Atsız Hoca’nın şi’rlerine
yönelik eleştirilerinize.
“Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe
bir hınca/namert bir el arkandan seni vurur kadınca”
Kahpenin,
namerdin kadını erkeği olur mu? İnsafsız, haksız ve dayanaksız bir kadın
düşmanlığı…
Halk edebiyâtımızda yer alan birçok şi’re
bakarsanız, benzeri birçok şi’r bulabilirsiniz. Kaldı ki, mertliğin,
savaşçılığın, yiğitliğin yüceltildiği bir şi’rde bu ifâde var diye Atsız Hoca’yı
kadın düşmanlığı ile suçladığınız zaman nice ozanı da suçlamak gerekir. Bir cümle
ile Atsız Hoca, kadın düşmanı oluyorsa, "Baba
mana bir kız alıver kim men yerümden turmadın ol turmah gerek; men koç atuma
binmedin ol bimeh gerek; men kırıma varmadın ol mana baş getürmeh gerek. Bunun
gibi bir kız alıver baba mana”[3] diyen
Bamsı Beyrek’ten dolayı da bütün Dede Korkut hikâyelerini kadın düşmanlığı
suçlayalım. Ne güzel değil mi?
Yazınızın devâmında yine bir şi’r üzerinden
Atsız Hoca’nın felsefe ve bilim düşmanı olduğunuzu söylüyorsunuz ve diyorsunuz
ki,
“Ve felsefe düşmanlığı:
“Anlamayız hayatı felsefeyle
ilimle/Hayat çelik ellerle atılan zar olmalı/Rahat yatakta ölmek sanki olmaz mı
çile/Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı”
Hayatı
bilim ve felsefe ile anlamamak, biz de bunu anlamayız. Felsefe ve bilim
yapmakla, yurdunu müstevlilere karşı savunmanın çelişen bir yanı yoktur bize
göre.”
Atsız Hoca’nın yine kahramanlığı,
serdengeçti olmayı, hayâtını vatan için fedâ etmeyi öven, bundan söz eden bir şi’rinde
vatan için savaşırken başka hiçbir şey düşünmemeyi ifâde eden satırları
üzerinden bilim ve felsefe düşmanlığı ile suçlamak… Peki, siz hiçbir bilimsel
temeli olmayan Ali Kemal Meram’ın kitâblarını bire bir doğru kabûl ederken,
bilim karşıtı olmuyor musunuz? Atsız Hoca’nın bu sözünden bilim ve felsefe
karşıtlığı çıkarmakla bâzılarının İstiklâl Marşı’ndaki “medeniyet dediğin tek
dişi canavar” ifâdesinden dolayı Mehmed Âkif’i medeniyet karşıtı olarak
nitelemesi arasında hiçbir fark yoktur.
Beyefendi, size küçük bir hatırlatma da
yapayım. Bilimi sevmek önemli değildir. Önemli olan bilimsel düşünmek ve
çalışırken bilimsel sınırlar içinde kalmaktır. Atsız Hoca’nın târihle ilgili
çalışmalarında bunu fazlasıyla görüyoruz. Önemli olan budur.
Atsız Hoca’nın Yâhudîleri övdüğünü iddiâ
ettiğiniz kısım ise tam anlamıyla çarpıtmadır. Atsız Hoca’nın Yâhudîlerle
ilgili düşünceleri bellidir ve bu hiç değişmemiştir. Türk Ülküsü kitabındaki söz
konusu kısımlarsa, Yâhudîlerin milliyetçi bir tutumla, ülkülerinden
vazgeçmemelerini ve iki bin yıl sonra olsa da ülkülerini gerçekleştirmeyi
anlatır. Yâni bu bir Yâhudî övgüsü değil, ülküye bağlı olmanın sonuçlarını
gösteren bir ifâdedir, o kadar. Devâmında da Moiz Kohen denen kişiyi, Tekin Alp
takma adıyla Kemalist ve Türkçü olduğunu söylemeniz yer alıyor ki, tamâmen
içler acısıdır. Atsız Hoca, Moiz Kohen’i Türk saymayarak, doğrusunu yapıyor.
Çünkü Moiz Kohen, Türk değil, Yâhudîdir. Bu kadar basit. Türk olmayan biri,
Türkçülük maskesine büründü diye niye onu Türk kabûl edelim? Türk olmayan
herkesi niye Türk yapalım? Aynı mantıkla, Almanya’da yaşayan ve tamâmen Alman
devletine hizmet edip, kendisini Alman gören Türkler hakkında ne
düşünüyorsunuz? Sizin mantığınıza göre onları da övmemiz gerekir, değil mi?
Bu arada Muhittin Nalbantoğlu’nun aktardığı
bir hâtırâ üzerinden hareket ediyorsunuz ve aklınız sıra Hasan Âli’yi mâsum
göstermeye çalışıyorsunuz. Beyefendi, siz kabûl etseniz de, etmeseniz de, Atsız
âilesi, İsmet ve Hasan Âli’den dolayı bir evlât kaybetti. Nejdet Sançar
Hocamızın biricik oğlu Afşınımızın ölümünde İsmet’e yaranmak için çabalayan
Hasan Âli, doğrudan suçludur. Sançar Hoca’nın eşi Reşîde Hanım’ın Afşın’a
hâmileyken ve doğum sonrasında yasadışı olarak maâşının nasıl kesildiğini,
sosyal yardımların önüne nasıl geçildiğini ve hattâ Afşın’ın bebekliğinde tedavisinin
nasıl engellendiğini bir araştırın… Size göre Atsız Hoca, yeğeninin; Nejdet
Sançar Hoca da oğlunun ölümünde payı olan kişiyi omuzlarında taşısın, öyle mi?
Yazık… Umarım, devleti yöneten kişiler elinden benzeri bir acı yaşamazsınız…
Son olarak kendinizi Kemalist ve Türkçü
olarak nitelendiriyorsunuz ve Berfîn Yayınları’ndan kitâb bastırabiliyorsunuz. Elbette,
sizin tercihinizdir, saygı duyarım. Ancak Berfîn Yayınları gibi siyâsî çizgisi
ortada olan, Kürdler ve komünizme dâir yazdığı kitâblarla bilinen bir
yayınevinden Kemalizm ve Türkçülüğe dâir kitâb bastırmak, ilginç bir çelişki
doğrusu. Açıkçası ben, Kürd milliyetçiliği iddiâ eden bir yazarın ya da Ayşe
Hür gibi birinin Ötüken, Aygan, Bozkurt gibi Türk milliyetçisi, Türkçü
çizgideki yayınevlerinden kitâb çıkaracağını sanmam… Neyse, bu da size dâir bir
çelişki olarak köşede dursun…
KUTLU ALTAY KOCAOVA
24.08.2017