Türkiye eğitim
yapısının önemli sorunlarından biri de, eğitimin özelleşmesidir. Yâni devletin,
vatandaşına sağlamakla yükümlü olduğu eğitim hizmetinin paralı bir yapı hâlini
alması, bir nevî ticârete dönüşmesidir.
Eğitimde tamâmen parasız, devlet eğitimini savunmak
durumundayız. Zîrâ sağlıklı bir millet yapısı için devletin belli hizmetlerini,
ancak devletin yapması gerekir. Bunlar eğitim, sağlık ve güvenliktir. Bu
alanlarda devletin yetki devri yapması yanlış olmakla berâber ciddî sıkıntıları
da berâberinde getirmektedir.
Türkiye’de eskiden beri oldukça fazla sayıda özel öğretim
kurumu bulunmaktadır. Bu eğitim kurumlarının bir kısmını yabancı okullar
oluştururken, bir kısmını da yerli okullar oluşturmaktadır. Ancak son dönemde
özel okulların sayısında inanılmaz bir artış yaşanmaktadır. İşte bu durumun
yarattığı sorunları, hem millî, hem de bireysel temelde ortaya koyacağız ve
buna dâir aslında çok basit olan çözüm yollarını da sunacağız.
Son üç yıla dâir eğitim istatistiklerine bakıldığında
Türkiye’de özel okulların sayısını ve bu sayıdaki artışı görebiliriz. 2013-2014
eğitim-öğretim yılında örgün eğitim veren 7 403 özel okul (anaokulu, ilkokul,
ortaokul, lise) bulunmakta ve bu okullarda ise toplamda 698 912 öğrenci
okumaktadır[1].
2014-2015 eğitim-öğretim yılına gelindiğinde ise özel okul sayısının 8291’e,
öğrenci sayısının ise 823 515’e yükselmiş ulaştığını görüyoruz[2].
2015-2016 eğitim-öğretim yılında ise özel okul sayısı 9 581’e, öğrenci sayısı
ise 896 320’e yükselmiştir[3].
Bu istatistikî veriler, bize son üç yıl içerisinde özel okul sayısındaki
artışın 2 178 olduğunu göstermektedir. Doğal olarak öğrenci sayısında da 200 000’e
yakın bir artış göze çarpmaktadır. Bununla birlikte 2013-2014 eğitim-öğretim
yılında toplam 56 506 okul bulunmaktadır. Buna göre toplamdaki okulun
%13,10’unu özel okullar karşılamış oluyor. 2015-2016 eğitim-öğretim yılında ise
var olan toplam 54 415 okulun, %17,60’ını özel okullardan oluştuğunu görüyoruz.
Yâni neredeyse her beş okuldan birini özel okullar oluşturmaktadır. Bu
istatistikler, sıkıcı olabilir. Ancak mes’eleyi anlayabilmek için elimizde veri
olarak bulunması önemlidir.
Bu artışın sebebleri arasında elbette dershânelerin
kapanması sürecinde, özel okullara dönüşmeleri ve bu özel okulların öğrenci
başına devletten aldıkları desteğin payını da unutmamak gerekir. Millî Eğitim
Bakanlığı’nın 11 Eylül 2015 târihli basın açıklamasında[4],
bu konuda 230 000 öğrenciye özel okul desteğinin verildiği bilgisi yer
almaktadır. Tabiî olarak, bu destek, aynı zamanda özel okullara verilen
destektir. Zîrâ bu destek, özel okullara kayıt desteğidir ki, sonuçta ulaştığı
yer bu okullardır. Yâni bakanlık eliyle, özel okullara öğrenci verilmekte ve
para kazanmaları sağlanmaktadır. Yapılan yardım anaokullarında öğrenci başına 2
680 TL, ilkokullarda 3 220 TL, ortaokullar ve liselerde 3 750 TL ve temel
liselerde ise 3 220 TL’dir. Basın açıklamasında yer alan rakamlar üzerinden bir
hesaplama yapıldığında 787 100 000 TL tutarında bir para, devlet tarafından
özel okullar için verilmiştir. Elbette bu paranın devletin kendi okullarında
bir yıl için kullanılması durumunda, nasıl fayda sağlayacağını söylemeye bile
gerek yok.
Görüldüğü üzere özelleşmenin Türkiye eğitimi üzerindeki
sonuçlar ortadadır. Özel okullara verilen devlet desteğinin, devletin kendi
okullarına verilmesi durumunda okulların maddî kalitesinin nasıl yükseleceğini
söylemeye bile gerek yok. Ancak devletin kendi okullarına çok küçük çaplı
destek verirken, zâten büyük çapta para kazanmakta olan özel okullara verdiği
büyük çaplı desteğin açıklaması olamaz.
Eğitimde özelleşme, eğitimin ticârîleşmesi, bir nevî
alış-verişe dönüşmesidir. Bu durumda ise ortada bir eğitimden söz edilemez.
Olan şey, bilgi ve buna bağlı olarak diploma ile sâhib olunan etiketlerin
alınıp, satılmasıdır. Peki, bu durumda nasıl bir eğitimden söz edilebilir?
Elbette profesyonel bir bakışla, kişiye gerekli bilgiler aktarılabilir ama
ahlâkî değerlerin aktarılması, ne derece mümkündür. Eğitimi parasal bir kaynak
olarak gören bir kişi ya da kurum, bir çocuğa ya da gence her şeyin ekonomik
olmadığını nasıl aktarabilir? Bu ne derece samîmî olabilir? Ayrıca Türkiye’nin
birçok okulu, ekonomik sıkıntılarla boğuşurken, öğrenciler malzeme
yetersizliğinde, eğitim vermeye çalışırken, böyle bir görüntü, Türkler arasında
devlete güven ya da adâlet noktasında nasıl bir sonuç yaratabilir?
Bunun dışında dershânelerin kapatılması üzerine özel
okula dönüştürülen ve temel lise adını alan okullara bakmak gerekmektedir. Bu
okullar, görünüş olarak okuldan ziyâde bir iş merkezine benzemekle birlikte
zihniyet bakımından da, basit bir ticâret yeri gibi durmaktadır. Bu okullarda
okuyan birçok öğrencimle yaptığım görüşmelerde, bana söyledikleri ortak nokta,
sâdece üniversite giriş sınavlarında yer alan derslerin verildiğidir. Yâni
ergenlik ve gençlik dönemini yaşayan gençler, dört yıl boyunca spor ve san’at
derslerinden mahrûm kalmaktadır. Gerçi, okulların fizikî durumları da, bu
dersler açısından uygun değildir. Ancak gençlik döneminde spor ve san’at
eğitiminin önemi ortadayken, bunları vermemek, mahrûm bırakmak kadar büyük bir
rezâlet olabilir mi? Bu durumda, şöyle bir soru daha karşımıza çıkmaktadır:
Peki, bu derslerin notları, nasıl veriliyor? Görüştüğüm öğrencilerim, notlarının
bu okullar tarafından en yüksek not (100) olacak şekilde verildiğini söylüyor.
Bunun bir istisnâsı var mıdır, onu bilemem. Aslında sahtekârlık yapılıyor.
Elbette âileler, bundan bir rahatsızlık duymuyor. Ancak böyle bir durumda,
nasıl bir eğitimden söz edebiliriz ki? Yâni bireysel çıkarlar için sahtekârlık
yapan okullar, ahlâkî eğitimi nasıl verebilir? Elbette, kendilerinin böyle bir
kaygısı olmadığı ortadadır ama ahlâkî değerlerin verilmesi gibi bir kaygı
taşımayan eğitim kurumlarının yetiştirdiği gençlerden oluşan bir toplumdan ne
bekleyebiliriz?
Tabiî, bir de yabancı okullar mes’elesi var. Bilindiği
üzere bu okullar, Osmanlı devrinde beri oldukça faâl olan eğitim kurumları.
Özellikleri ise bağlı bulundukları ülkenin anlayışına göre eğitim vermeleri. Bu
okulların Osmanlı dönemindeki faâliyetleri konusunda Nejdet Sevinç Hoca’nın
kaleme aldığı ve Milenyum Yayınları’ndan çıkan “Osmanlıdan Günümüze Misyoner
Faaliyetleri” adlı eseri tavsîye ederim. Genel olarak Osmanlı’nın son
dönemlerinde yıkıcı ve terörist azınlık faâliyetlerinin yürütüldüğü bu okullar,
aynı zamanda bir Hristiyan misyoner merkezi idi. Elbette Atatürk döneminde,
Atsız Hoca’nın kullandığı tâbirle “yaratılan Türklük fırtınası”, bu okullarda
da etkisini göstermişti. Tevhîd-i Tedrîsât Kânunu ve Ecnebî Mektebler
Kararnâmesi ile bu okullara dâir sorunlar çözülmüş ve bir kısmı varlıklarını bu
şekilde sürdürmüştü. Ancak yine de yabancı bir ülkenin zihniyeti ile yetişen
insanların, o ülkenin zihniyetine bağlı kalmasını engellemek zordur. Elbette,
bunun istisnâsı olan insanlar vardır ama kabûl etmek gerekir ki, bunlar
azınlıktadır. Geçmişte Alman ve Avusturya okullarından okuyanların çoğu genelde
bir Alman gibi düşünmekte, Fransız okullarında okuyanların çoğu ise bir Fransız
gibi düşünmektedir. En azından ciddî bir hayranlık duymaktadır.
Özel okulların, geçmişte de var olduğunu söyledik. Ancak
yine de köklü ve kaliteli devlet okullarına bakıldığında, âilesinin ekonomik
durumu çok iyi olan öğrenciler görülebilmekteydi. Günümüzde bunun çok daha
fazla azalmış olduğunu görüyoruz. Bu ise öğrencilerin, arasında sınıfsal
farklılıkları kuvvetlendirmekte, millet yapısına da zarar vermektedir. Yâni
özel okulların, zengin çocukların; devlet okullarının ise yoksul ve orta hâlli
çocukların gittiği okullar görünümü kazanması, bir milletin geleceği açısından
çok kötüdür.
Bu satırları okuyan ve hâl-i hazırda ya da geçmişte özel
okulda okumuş olanların bir kısmı, yazdıklarımı yadırgayabilir. Ancak burada
bir genelleme yapılmamakta, ancak çoğunluk üzerinden hareket edilmektedir ve
elbette, her konunun istisnâları ya da farklıları bulunmaktadır.
Peki, eğitimde özelleşme sorununun çözümü nedir? Aslında
bu uzun soluklu ya da karmaşık bir çözüm süreci değildir. Yapılacak olan iş,
basittir. Devlet tarafından özel kurumlara verilen desteği kesmek ve bu
desteğin tamâmını devlet okullarına aktarmak. Ayrıca devlet okullarının
kalitesini arttırarak, onları teşvîk etmek. Yeni özel okulların açılmasının
önüne engeller çıkarmak ve zaman içerisinde bu kurumları, olabilecek en az
sayıya indirerek, en sonunda tamâmen ortadan kalkmalarına yol açmak.
Eğitim, bir ticâret işi değildir. Yâni serbest piyasa
ekonomisinin bir parçası olarak görülemez. Dolayısıyla özel okulların
varlığını, ekonomik bir girişim olarak açıklamak bile Türk eğitiminin
özelleşmesinin ne denli tehlîkeli olduğunu göstermektedir. Tamâmen devlete âid
olan ücretsiz kurumlardan oluşan bir eğitim sisteminde, farklı dînî ve siyâsî
gruplar ile yabancı devletlerin insan yetiştirmesinin önü alınmış olur. Ama en
önemlisi, millet içerisindeki ekonomik temelli ayrışmanın önü alınmış olur ve
farklı ekonomik yapılara sâhib öğrenciler, birbirlerini tanımış olurlar. Bunun
temel eğitim seviyesinde olması çok önemlidir. Bu bir ülkenin temelidir...
20.07.2016
KUTLU ALTAY KOCAOVA
[1]
Millî Eğitim İstatistikleri, Örgün Eğitim, National Education Statistics,
Formal Education, 2013/'14, s.37, T.C. Millî Eğitim Bakanlığı
(https://sgb.meb.gov.tr/istatistik/meb_istatistikleri_orgun_egitim_2013_2014.pdf)
(Erişim târihi: 19.07.2016)
[2]
Millî Eğitim İstatistikleri, Örgün Eğitim, National Education Statistics,
Formal Education, 2014/'15, s.37, T.C. Millî Eğitim Bakanlığı
(https://sgb.meb.gov.tr/istatistik/meb_istatistikleri_orgun_egitim_2014_2015.pdf)
(Erişim târihi: 19.07.2016)
[3]
2015-2016 Eğitim-Öğretim İstatistikleri: Eğitimde Ticarileşme Ve Dinselleşmenin
Temel Göstergeleri, Eğitim-Sen (http://egitimsen.org.tr/wp-content/uploads/2016/03/E%C4%9Fitimde-Temel-G%C3%B6stergeler-enson.pdf)
(Erişim târihi: 19.07.2016)
[4] http://www.meb.gov.tr/egitim-ve-ogretim-destegi-yerlestirme-sonuclarina-iliskin-basin-aciklamasi/haber/9526/tr
(Erişim târihi: 19.07.2016)