2 Temmuz 2015 Perşembe

ALEVÎLİK VE TÜRKLÜK İLE OLAN İLİŞKİSİ 1 (Giriş - Alevîliğin Temelleri)


            Alevîlik, son dönemde Türkiye’de birçok açıdan tartışılan bir kavram. İslâm dîninin bir parçası olmakla berâber birçok kişi, Alevîliği olduğundan farklı bir yapıya büründürmeye çalışmaktadır. Alevîliği, İslâm dışı gören ba’zı Sünnî gruplarla berâber kendini Alevîliğin içinde gören ya da yönlendirmeye çalışan ba’zı gruplar, Alevîliği İslâm dışında görmekte ve bu şekilde göstermeye çalışmaktadır.

            Bununla berâber Alevîliği, bir Türk inanç yapısı olarak ya da Türklüğün aslı gibi göstermek isteyen gruplar da bulunmaktadır. İlk cevâblamamız gereken soru ise Alevîliğin anlamı ve temellerinin ne olduğudur. Ardından Türklerin Müslümânlaşmasını iyi bilmek gerekir. Bunu değerlendirirken, genel olarak dört konu başlığı altında inceleyeceğim.

1.      Alevîliğin temelleri
2.      Türklerin Müslümânlaşması
3.      Türkler arasında Alevîliğin ortaya çıkışı
4.      Türklük ve Alevîlik ilişkisi

·         Alevîliğin Temelleri

            Alevîlik, bilindiği üzere “Ali yanlısı” anlamına gelir. Ancak burada yanlısı olmak durumu, daha çok “halîfelik” meselesi ile ilgilidir ve Hazretî Muhammed’in ölümünden sonra hilâfetin Hazretî Ali’nin hakkı olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Şiâ ya da Şiîlik olarak adlandırılan bu siyâsî mezheb, Alevîliğin temeli olarak nitelendirilebilir. Geçen zamânla berâber “Bâtınî” akımların ortaya çıkması ile berâber Alevîlik, “Bâtınî Şiîlik” hâline almıştır. Heterodoksluk olarak da nitelenen Bâtınîlik, 7. Yüzyılda ortaya çıkmış ve 9. yüzyıldan i’tibâren İslâm dünyâsında yayılmaya başlamıştır. Daha çok Şiî bölgeler üzerinde etkili olmuştur.

            Bâtınî, Arabça bir kelîmedir ve “gizli” anlamına gelir. Burada Kur’an-ı Kerîm’in “gizli” anlamları kastedilmektedir. Bâtınî mezheb ve gruplara göre, Kur’an’ın bâtınî ma’nâlarını ancak “kutsal imâmlar[1]” ile onların bildirdiği kişiler bilebilir ve bunu öğrenen kişiler için Kur’an’daki farzlar, farz olmaktan; haramlar haram olmaktan çıkar. Fâtımiyye, Karmâtiyye, İbâhiyye, Sabbâhiyye, Hûrremiyye ve benzeri birçok Bâtınî Şiî akımın Alevîliğin temellerini oluşturduğunu söylemek, sanırım yanlış olmaz. Zâten Türkiye’deki Alevî araştırmacıların önemli isimlerinden biri olan İsmâil Kaygusuz gibi isimler, bu gibi Bâtınî grupları, Alevî olarak nitelemektedir. Her ne kadar İsmâil Kaygusuz, birçok konuda anakronizm sergilese de, konu hakkındaki fikirleri Alevîliğin temeli konusunda önemlidir. “Şeyh Sâfi ve Şeyh Sadreddin” başlıklı makâlesinde şöyle demektedir:[2]

“Oysa bölgede çıkıp yoğunlaşmış 9. yüzyılın başlarından itibaren 20 yıl süren Mazdek-Müslimeye kökenli Babek-Hurremi Alevi halk hareketleri, arkasından bazı Karmati ve Fatımi İsmaili topluluklarının yerleşmesi ve sürekli propagandaları;  Daylam ve Tabaristan’da kurulmuş Zeydi Alevi devletinin 11. yy'a kadar buralara yayılan hakimiyeti...

Kendisi o dönemde kurulan küçük Şiî devletleri de Alevî saymakla berâber, bu konudaki tavrı, yanlış değildir. Zîrâ o dönemdeki kaynakların birçoğunda Alevîlik, genel olarak Şiîlik ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Meselâ Selçuklu devri târîhçilerinden İbn’ül Esîr, “El Kâmil fi’t Târîh” adlı eserinde “Hicretin İki Yüzüncü (M. 815-816) Yılı Olayları” başlığı altında Kûfeli Alevîlerin isyânını, savaşlarını ve Mekke’yi işgâl etmelerini anlatır.

Bu arada 9. yüzyılın sonlarına doğru Irak ve Bahreyn bölgesinde ortaya çıkan Karmâtî hareketi, bu noktada çok büyük bir öneme sâhibdir. Bedevî Arabların bir kısmı ile Hûrremî Balbek’in öldürülmesinden sonra dağılan Fars ve Kürd Hûrremî unsurların katılması ile bir ânda önemli bir güce sâhib oldular. Genel olarak yağmacılık ile geçinen bu gruplar, Irak bölgesinde güvenliği ortadan kaldırdılar. Özellikle 930 yılında gerçekleştirdikleri ünlü Mekke baskını, İslâm dünyâsı üzerinde çok etkili olmuştur. Ancak ilk olarak Irak’taki Karmâtîler ortadan kaldırılmıştır. Selçuklu Türkleri ise Karmâtîlerin, Bahreyn’deki kolunu ezmiş ve itaât altına almıştır.

Bâtınî hareketler, özellikle Abbâsî hilâfeti döneminde büyük bir hızla yayılmış ve çok etkili olmuştur. Bu dönemde Karmâtîyye, Zeydiyye ve Büveyhî gibi hareketler, devletçik hâlinde örgütlenirken, aynı zamânda Fâtımîler gibi büyük bir sultanlığa da sâhib olmuşlardır. Hattâ Fâtımîler, 909 yılında Sultân Ubeydullah el Mehdî Billah döneminde hâlifelik i’lân ettiler. Fâtımîler döneminde oldukça yayılan Bâtınîlik, Selçuklu Türkleri’nin engeli ile karşılaştı. Ancak bu dönemde Fâtımî İsmâiliyye inancından doğan ve Alamut kalesindeki Hasan Sabbah ile özdeşleşen Haşhâşîlik hareketi, eylemleri ile başta Selçuklu coğrafyası olmak üzere İslâm coğrafyasının genelinde ciddî bir etki yarattılar. Bu hareket, Moğollar tarafından ezildikten sonra yer altına çekildi. Hepsini içine alan Bâtınîlik ise Şâh İsmâil Hat’aî’nin kurduğu Sâfevî hânedânına kadar yer altında kalmaya devâm etti.

Bu açıdan bakıldığında, 7. yüzyılda doğan, 9. yüzyılda gelişen ve 13. yüzyılda târîhinin en büyük darbesini yiyen Bâtınîlik, Alevîliğin temelidir.  

KUTLU ALTAY KOCAOVA




[1] Burada kastedilen, Hazretî Muhammed’in soyundan gelen Şiî imâmlarıdır. Câferîliğe göre 12 imâm, İsmâilîliğe göre 7 imâm.

1 yorum:

  1. Sayın Kocaova bu yazınızda da Selefilikte olduğu gibi Tengricilik analizinde gösterdiğiniz özeni göstermemişsiniz. Sıralayayım.

    1. Alevilik konusunu ve tarihi köklerini anlayabilmek için ilk okunacak Irène Mélikoff, Mustafa Öztürk, Ahmet Yaşar Ocak, Fuad Köprülü .... gibi bilim insanlarının hiçbirine yer vermemişsiniz.

    2. Aleviliğin Batıniliğin devamı olduğu şeklindeki hipoteziniz öncelikle tarihle uyuşmuyor. Biz biliyoruzki Selçuklular sünni (siyasi manada) idi. (Bakınız Nizamiye Medreseleri) Şiiliğin gücünün sonlandırılmasında da etkili oldular. Osmanlılar nasıl Selçukluların devamıysa Safevilerde onların devamı. Batıniliğin sona ermesinden yüzyıllar sonra tekrar Anadolu'da hangi etkiyle tekrar bir Batıni hareket ortaya çıkacak. Karakoyunlular hatta Erdebil tekkesi bile sünni.


    3. Anadolu Aleviliği yada Türk Aleviliği olarak adlandırılan Aleviliğin yukarıda bahsettiğiniz Şiilik ile halife seçimi konusundaki Ali taraftarlığı haricinde bir benzerliği olmadığı ve farkları pek çok yayında zaten ortaya konmaktadır. Hatta İrene Melikof'a göre Ali diye kahramanlaştırılan şahıs Hz. Ali bile değildir. Ebu Müslim Horasanidir.

    4. Konuyu doğru anlamamızı sağlayacak sihirli kelime Heteredoks islamdır. Anayoldan sapma anlamına gelen bu kelime Türklerin ve Farsların islamını anlatıyor. Sayıların çokluğundan ve hakimiyetlerinden dolayı anayol bu gibi gözükse bile. Gerçek islamdan sapma. Kavram olarak Batinilik (Zahiriliğin karşıtı) sadece Şiilere mahsus değil. Mustafa Öztürk'e göre bu davranışın altında yatan neden topluluğun düşünce gücünün gelişmişliği ile ilgili. İyi incelediğim için bende tamamen katılıyorum. Ve bu kelimeye zahirinden başka anlam yüklemeden hariç, reddetme, yorumlama şeklinde de tezahür ediyor. Maturidi'nin Muhammed'in çocuk Ayşe ile evliliğini reddetmesi, Allahın sıfatlarını kabul etmeyip yorumlaması gibi.

    Türkler 16. yy'a kadar sünnide olsalar şiide olsalar belirgin şekilde Heteredoksiler. Yani Maturidi de, Ahmet Yesevi de, Hacı Bektaşı Veli 'de..... Hatta bugün bile bir ölçüde öyleler. Aleviliğe kadar pek çok isim ve dönem geçiyor. Kalenderilik, Haydarilik, Bektaşilik ..... Ama bunlar arka arkaya birbirlerini takip ediyorlar. Takip edende kökleri Altay'a dayanan öz be öz Türk kültürüdür. Yakın coğrafyaların ve kültürlerin etkileri de tabiki var. Hintinde, Çininde, Eski İranında. Ama sadece etki.

    YanıtlaSil