3 Mayıs 2017 Çarşamba

PLANLI BİR ZULÜM - 1940’larda Türk Devletlerinin Yıkılışı



            "Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan mes’elesi olduğu kadar bir vicdân ve kültür me’selesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikâmette çalışacağız."

1942 – Başbakan Şükrü Saracoğlu

            Bu yazı, daha önce, 16 Mayıs 2012’de “Kırım Sürgünü” ile ilgili olarak yazdığım “3 Mayıs 1944 – 18 Mayıs 1944 - Planlı Bir Zulüm” adlı makâlenin devâmı olarak görülebilir. Bu makâlede sâdece Kırım Sürgünü ve Türkiye’deki bununla ilgili Türkçülere yapılanlar değil, genel olarak bütün Türk dünyâsında 1940’lı yıllarda yapılanlar vurgulanacaktır.

            Bu makâlede, öncelikle bu dönemde bağımsız devlet kuran ve vatanları işgâl edilen Türk devletlerini inceleyeceğim. Ardından da devletleri olmasa da yüzlerce, binlerce yıldır yaşadıkları topraklarda zulüm gören Türklerden söz edeceğim.

            Önceki yazımda olduğu gibi bu yazımda da dönemin başbakanı olan Şükrü Saracoğlu’nun bu ünlü sözüyle başlangıç yaptım. Zîrâ Saracoğlu, Türkçü olduğunu, hattâ hükûmetinde Türkçü olduğunu söylerken, Türkiye’de Türkçülere yapılanlar, Türkiye dışında da diğer Türklere yapılanlar, gerçeğin hiç de öyle olmadığını göstermektedir.

            Türkiye’de genel olarak 1991’de SSCB’nin dağılmasına kadar tek Türk devletinin Türkiye olduğu kabûl edilmektedir. Oysa bu büyük bir yanlıştır. 1920 ile 1949 târîhleri arasında Türkiye’nin dışında da çeşitli Türk devletleri bulunmaktadır. Ancak 1949’da Doğu Türkistan Cumhûriyeti’nin yıkılması ile berâber Türkiye, tek Türk devleti kalmıştır.

            Türkiye’nin İstiklâl Savaşı verdiği yıllarda, eski Rusya Çarlığı topraklarında, Sovyet ihtilâli üzerine çok sayıda Türk devleti kurulmuştur. Âzerbaycan, Buhârâ, İdil-Ural, Alaş Orda gibi Türk devletleri kurulmuş, ancak bunlar kısa ömürlü olmuşlardır. Sovyet Rusya, yeni rejimi oturttuktan sonra eski Çarlık topraklarında yer alan bu devletleri, ortadan kaldırmıştır. Ancak bu dönemde kurulan bir Türk devleti daha vardır ki, diğerlerine nazaran daha uzun süre ayakta kalmıştır.

            Pek bilinmeyen bir Türk devleti olan Tuva Halk Cumhûriyeti, bir sosyalist devlet olarak 1921 yılında kurulmuştur.[1] Yaklaşık 25 yıl ayakta kalan Tuva Halk Cumhûriyeti, 16 Ağustos 1946 târîhinde sosyalist cumhurbaşkanı Salçak Toka döneminde Stalin’in emriyle SSCB tarafından ilhâk edilmiştir. Tuva Halk Cumhûriyeti, sosyalist olsa da, aradaki binlerce kilometrelik mesafeye rağmen Türkiye’deki gelişmeleri tâkib etmiştir. Uygur alfâbesi yerine Latin alfabesine geçiş ve birçok uygulama Türkiye ile uyum sağlama amacını taşımaktaydı. Ancak ne yazık ki, Tuvalarla ilgili Türkiye’deki bilgilerin yetersizliği, aradaki mesâfe ve SSCB’nin bölge ile ilgisinden dolayı Türkiye, Tuva Halk Cumhûriyeti ile ilişki kurmak için hiçbir girişimde bulunmamıştır.

            Tuva Halk Cumhûriyeti’nin yıkılışı ile berâber eski Çarlık topraklarında kurulan son Türk devleti de târîhe karışmıştır. Ancak yine de Türklerin, devletleşme ve istiklâl istekleri devâm etmiştir.

            Bu sefer, 12 Kasım 1933 târîhinde Doğu Türkistan Türkleri, Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrinde toplanmış ve “Şarkî Türkistan İslâm Cumhûriyeti”ni i’lân etmişlerdir.[2] 1937 yılında Sovyet Kızılordusu, Doğu Türkistan’daki iç çekişmeleri fırsat bilmiş ve Doğu Türkistan’ı işgâl ederek, bağımsız bir Türk devletine son vermiştir.

            Şarkî Türkistan İslâm Cumhûriyeti, kurulur kurulmaz büyük devletlere ve Türkiye’ye temsilciler göndermiş ve tanınma taleb etmiştir. Ancak bütün talebleri reddedilmiştir. Üstelik Türkiye'ye gönderilen Mustafa Kenüi'ye zamanın Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, "Sovyetler Birliği ile komşu olan devletler, her şeyden önce bu devletle iyi geçinmesi gerekir" demiş ve ayrıca Sovyetler Birliği ve Çin ile iyi geçinmeyi öğütlemiştir.

            İlk kurulan Şarkî Türkistan İslâm Cumhûriyeti’nin yıkılmasından sonra 1944 yılında, bu sefer Gulca şehrinde “Doğu Türkistan Cumhûriyeti” i’lân edilmiştir.[3] Ali Han Töre’nin cumhurbaşkanlığında kurulan devlet, yine tanınmak için dünyâya temsilciler göndermiş ve yine Türkiye dâhil bütün devletlerden “red” cevâbı almıştır.

            Doğu Türkistan Cumhûriyeti, üzerine gelen Çin ordularını önce mağlûb etmeyi başarmıştır. Ancak ilk cumhuriyeti yıkan SSCB’nin tekrâr devreye girmesi üzerine Doğu Türkistan orduları, bir süre geri çekilmiştir. Sonraki süreçte Mao’nun yaptığı devrim ile “Çin Halk Cumhûriyeti”nin kurulması üzerine bu sefer, Mao’nun orduları saldırıya gelmiş ve 13 Ekim 1949 târîhinde bir Türk devleti daha târîhe karışmıştır.

            Doğu Türkistan’ın Çin’le mücâdele ettiği dönemde bir başka Türk devleti, târîh sahnesine çıkmaktaydı. Günümüzde Îrân tarafından kontrol edilen Güney Âzerbaycan topraklarında 12 Aralık 1945 târîhinde “Âzerbaycan Millî Hükûmeti” adıyla bağımsız bir Türk devleti kurulmuştu.[4] Seyyîd Câfer Pişevârî’nin cumhurbaşkanı olduğu devlet, birçok alanda çok önemli hizmetler gerçekleştirdi. İkinci Dünyâ Savaşı yıllarında SSCB’nin Güney Âzerbaycan’da kontrol ettiği bölgelerde kurulan bu Türk devleti, diğer örneklerde olduğu gibi Türkiye ile yakınlaşmak istedi. Ancak Türkiye, yine bu ilgiye karşılık vermedi.

            1946 yılında SSCB’nin bölgeden çekilmesi ve çekilirken, Âzerbaycan Millî Hükûmeti’ni silâhsızlandırması üzerine Îrân karşı atağa geçti. Türkiye’den maddî, mânevî hiçbir desteğin gelmemesi üzerine Îrân ordusu, kısa sürede Güney Âzerbaycan topraklarını işgâl etmiş ve bu Türk devleti de târîhe karışmıştır.

            1945, 1946 ve 1949 yıllarında yıkılan bu Türk devletlerinde ortak nokta, Sovyetler Birliği’dir. İstiklâl uğruna ayaklanan, savaşan ve devletlerini kuran bu Türk toplulukları, her seferinde Türkiye’den sıcak bir ilgi ve tanınma beklemiş ve her seferinde, bu bekleyişleri boşa çıkmış ve birkaç sene sonra yıkılmışlardır. Ancak Türkiye’den herhangi bir destek olmadığı gibi en küçük bir haber bile yapılmamıştır.

            Bununla berâber SSCB, kendince devlet kurma girişimlerinin önünü kesmek için çok sert uygulamalara girişmiştir. Türkler, yüzlerce, hattâ binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sürülmüş, işkencelere, katliamlara mârûz kalmışlardır. Kırım, Kafkasya, Türkistan ve İdil bölgesinde 500 binden fazla Türk, sürgün edilmiştir. Kırım’dan sürülen yaklaşık 194 000 Türk. Bunun dışında Kasım 1943’de sürgün edilen, yaklaşık 75 000 Karaçay Türkü; Aralık 1943’de 130 000 Moğol Kalmuk; Mart 1944’de 25 000 Balkar Türkü ve Kasım 1944’de 89 000 Ahıska Türkü. Toplamda Kırım, Kafkasya, Türkistan ve İdil bölgesinden 500 binden fazla Türk, sürgün edilmiştir.

            Bununla berâber bu dönemde Türklere yapılan zulümler, sâdece SSCB merkezli olarak SSCB, Çin ve Îrân tarafından yapılmamıştır. 12 Temmûz 1946’da Kerkük’ün Gâvûrbağı kasabasında 16 Türkmen, Irak güvenlik kuvvetleri tarafından kurşuna dizilmiştir. Mîsâk-ı Millî sınırları içerisinde yer alan Kerkük’teki bu katlîamda, ne yazık ki, Türkiye tarafından sessiz kalınarak karşılanmıştır. Elbette Kerkük Türkmenlerine yönelik tek katlîam, bu değildir. Ancak 1940 yılların karanlığında, Kerkük Türklüğü de, Türklere yönelik bu zulüm harekâtından nasîbini almıştır.

         Türkiye ise kurulan Türk devletlerinin yardım isteklerine sessiz kalırken, bu Türk toplumlarının yardım isteğine de sessiz kalmıştır. Hattâ sessiz kaldığı gibi SSCB’nin yanında yer aldığını gösteren ba’zı davranışlarda bulunmuştur. Türkiye dışında yaşayan Türkler yok sayılmış ve sâdece Türkiye’de Türklerin yaşadığı iddiâsı, ba’zı ders kitâblarına sokulmuştur. 3 Mayıs 1944 târîhinde Türklere yapılan bu zulümlere karşı tepki gösterebilecek ve sesini yükseltebilecek olan tek fikir olan Türkçüler ise “Irkçılık-Turâncılık Da’vâsı” adı altında uyduruk bir mahkeme ile ezilmeye çalışılmıştır.

            Bu yaşananların hepsinin, İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığında ve kendini “Türkçü” olarak i’lân eden Şükrü Saracoğlu döneminde olması bir tesâdüf değildir. Türkiye’nin dışındaki Türkler, kendilerine yapılan bu zulme, Türkiye’nin sırtını dönmesine ve hattâ el altında destek vermesine karşı yine de vâkûr bir şekilde Türkiye’ye tepki göstermemişlerdir. Ancak Türkiye’nin Sovyet Rus zulmüne karşı Türkiye’ye sığınan Âzerbaycan Türklerini, SSCB’ye vermesi ve Boraltan Köprüsü üzerinde bu Türklerin, SSCB askerleri tarafından kurşuna dizilmesi üzerine ünlü Âzerbaycanlı şâir Almas Yıldırım, şu müthiş dizeleri söylemiştir:

“Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.”

KUTLU ALTAY KOCAOVA
           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder