"Biz
Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan
mes’elesi olduğu kadar bir vicdân ve kültür me’selesidir. Biz azalan veya
azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu
istikâmette çalışacağız."
1942 – Başbakan Şükrü Saracoğlu
Bu yazı,
daha önce, 16 Mayıs 2012’de “Kırım Sürgünü” ile ilgili olarak yazdığım “3 Mayıs
1944 – 18 Mayıs 1944 - Planlı Bir Zulüm” adlı makâlenin devâmı olarak görülebilir.
Bu makâlede sâdece Kırım Sürgünü ve Türkiye’deki bununla ilgili Türkçülere
yapılanlar değil, genel olarak bütün Türk dünyâsında 1940’lı yıllarda
yapılanlar vurgulanacaktır.
Bu
makâlede, öncelikle bu dönemde bağımsız devlet kuran ve vatanları işgâl edilen
Türk devletlerini inceleyeceğim. Ardından da devletleri olmasa da yüzlerce,
binlerce yıldır yaşadıkları topraklarda zulüm gören Türklerden söz edeceğim.
Önceki
yazımda olduğu gibi bu yazımda da dönemin başbakanı olan Şükrü Saracoğlu’nun bu
ünlü sözüyle başlangıç yaptım. Zîrâ Saracoğlu, Türkçü olduğunu, hattâ
hükûmetinde Türkçü olduğunu söylerken, Türkiye’de Türkçülere yapılanlar,
Türkiye dışında da diğer Türklere yapılanlar, gerçeğin hiç de öyle olmadığını
göstermektedir.
Türkiye’de
genel olarak 1991’de SSCB’nin dağılmasına kadar tek Türk devletinin Türkiye
olduğu kabûl edilmektedir. Oysa bu büyük bir yanlıştır. 1920 ile 1949 târîhleri
arasında Türkiye’nin dışında da çeşitli Türk devletleri bulunmaktadır. Ancak
1949’da Doğu Türkistan Cumhûriyeti’nin yıkılması ile berâber Türkiye, tek Türk
devleti kalmıştır.
Türkiye’nin
İstiklâl Savaşı verdiği yıllarda, eski Rusya Çarlığı topraklarında, Sovyet
ihtilâli üzerine çok sayıda Türk devleti kurulmuştur. Âzerbaycan, Buhârâ,
İdil-Ural, Alaş Orda gibi Türk devletleri kurulmuş, ancak bunlar kısa ömürlü
olmuşlardır. Sovyet Rusya, yeni rejimi oturttuktan sonra eski Çarlık
topraklarında yer alan bu devletleri, ortadan kaldırmıştır. Ancak bu dönemde
kurulan bir Türk devleti daha vardır ki, diğerlerine nazaran daha uzun süre
ayakta kalmıştır.
Pek
bilinmeyen bir Türk devleti olan Tuva Halk Cumhûriyeti, bir sosyalist devlet
olarak 1921 yılında kurulmuştur.[1] Yaklaşık 25 yıl ayakta
kalan Tuva Halk Cumhûriyeti, 16 Ağustos 1946 târîhinde sosyalist cumhurbaşkanı
Salçak Toka döneminde Stalin’in emriyle SSCB tarafından ilhâk edilmiştir. Tuva
Halk Cumhûriyeti, sosyalist olsa da, aradaki binlerce kilometrelik mesafeye
rağmen Türkiye’deki gelişmeleri tâkib etmiştir. Uygur alfâbesi yerine Latin
alfabesine geçiş ve birçok uygulama Türkiye ile uyum sağlama amacını
taşımaktaydı. Ancak ne yazık ki, Tuvalarla ilgili Türkiye’deki bilgilerin
yetersizliği, aradaki mesâfe ve SSCB’nin bölge ile ilgisinden dolayı Türkiye,
Tuva Halk Cumhûriyeti ile ilişki kurmak için hiçbir girişimde bulunmamıştır.
Tuva Halk
Cumhûriyeti’nin yıkılışı ile berâber eski Çarlık topraklarında kurulan son Türk
devleti de târîhe karışmıştır. Ancak yine de Türklerin, devletleşme ve istiklâl
istekleri devâm etmiştir.
Bu sefer,
12 Kasım 1933 târîhinde Doğu Türkistan Türkleri, Doğu Türkistan’ın Kaşgar
şehrinde toplanmış ve “Şarkî Türkistan İslâm Cumhûriyeti”ni i’lân etmişlerdir.[2] 1937 yılında Sovyet
Kızılordusu, Doğu Türkistan’daki iç çekişmeleri fırsat bilmiş ve Doğu
Türkistan’ı işgâl ederek, bağımsız bir Türk devletine son vermiştir.
Şarkî
Türkistan İslâm Cumhûriyeti, kurulur kurulmaz büyük devletlere ve Türkiye’ye
temsilciler göndermiş ve tanınma taleb etmiştir. Ancak bütün talebleri
reddedilmiştir. Üstelik Türkiye'ye gönderilen Mustafa Kenüi'ye zamanın Dış İşleri
Bakanı Tevfik Rüştü Aras, "Sovyetler Birliği ile komşu olan devletler, her
şeyden önce bu devletle iyi geçinmesi gerekir" demiş ve ayrıca Sovyetler
Birliği ve Çin ile iyi geçinmeyi öğütlemiştir.
İlk
kurulan Şarkî Türkistan İslâm Cumhûriyeti’nin yıkılmasından sonra 1944 yılında,
bu sefer Gulca şehrinde “Doğu Türkistan Cumhûriyeti” i’lân edilmiştir.[3] Ali Han Töre’nin
cumhurbaşkanlığında kurulan devlet, yine tanınmak için dünyâya temsilciler
göndermiş ve yine Türkiye dâhil bütün devletlerden “red” cevâbı almıştır.
Doğu
Türkistan Cumhûriyeti, üzerine gelen Çin ordularını önce mağlûb etmeyi
başarmıştır. Ancak ilk cumhuriyeti yıkan SSCB’nin tekrâr devreye girmesi
üzerine Doğu Türkistan orduları, bir süre geri çekilmiştir. Sonraki süreçte
Mao’nun yaptığı devrim ile “Çin Halk Cumhûriyeti”nin kurulması üzerine bu
sefer, Mao’nun orduları saldırıya gelmiş ve 13 Ekim 1949 târîhinde bir Türk
devleti daha târîhe karışmıştır.
Doğu
Türkistan’ın Çin’le mücâdele ettiği dönemde bir başka Türk devleti, târîh
sahnesine çıkmaktaydı. Günümüzde Îrân tarafından kontrol edilen Güney
Âzerbaycan topraklarında 12 Aralık 1945 târîhinde “Âzerbaycan Millî Hükûmeti”
adıyla bağımsız bir Türk devleti kurulmuştu.[4] Seyyîd Câfer Pişevârî’nin
cumhurbaşkanı olduğu devlet, birçok alanda çok önemli hizmetler gerçekleştirdi.
İkinci Dünyâ Savaşı yıllarında SSCB’nin Güney Âzerbaycan’da kontrol ettiği
bölgelerde kurulan bu Türk devleti, diğer örneklerde olduğu gibi Türkiye ile
yakınlaşmak istedi. Ancak Türkiye, yine bu ilgiye karşılık vermedi.
1946
yılında SSCB’nin bölgeden çekilmesi ve çekilirken, Âzerbaycan Millî Hükûmeti’ni
silâhsızlandırması üzerine Îrân karşı atağa geçti. Türkiye’den maddî, mânevî
hiçbir desteğin gelmemesi üzerine Îrân ordusu, kısa sürede Güney Âzerbaycan
topraklarını işgâl etmiş ve bu Türk devleti de târîhe karışmıştır.
1945, 1946
ve 1949 yıllarında yıkılan bu Türk devletlerinde ortak nokta, Sovyetler
Birliği’dir. İstiklâl uğruna ayaklanan, savaşan ve devletlerini kuran bu Türk
toplulukları, her seferinde Türkiye’den sıcak bir ilgi ve tanınma beklemiş ve
her seferinde, bu bekleyişleri boşa çıkmış ve birkaç sene sonra yıkılmışlardır.
Ancak Türkiye’den herhangi bir destek olmadığı gibi en küçük bir haber bile
yapılmamıştır.
Bununla
berâber SSCB, kendince devlet kurma girişimlerinin önünü kesmek için çok sert
uygulamalara girişmiştir. Türkler, yüzlerce, hattâ binlerce yıldır yaşadıkları
topraklardan sürülmüş, işkencelere, katliamlara mârûz kalmışlardır. Kırım,
Kafkasya, Türkistan ve İdil bölgesinde 500 binden fazla Türk, sürgün
edilmiştir. Kırım’dan sürülen yaklaşık 194 000
Türk. Bunun dışında Kasım 1943’de sürgün edilen, yaklaşık 75 000 Karaçay Türkü;
Aralık 1943’de 130 000 Moğol Kalmuk; Mart 1944’de 25 000 Balkar Türkü ve Kasım
1944’de 89 000 Ahıska Türkü. Toplamda Kırım, Kafkasya, Türkistan ve İdil
bölgesinden 500 binden fazla Türk, sürgün edilmiştir.
Bununla
berâber bu dönemde Türklere yapılan zulümler, sâdece SSCB merkezli olarak SSCB,
Çin ve Îrân tarafından yapılmamıştır. 12 Temmûz 1946’da Kerkük’ün Gâvûrbağı
kasabasında 16 Türkmen, Irak güvenlik kuvvetleri tarafından kurşuna
dizilmiştir. Mîsâk-ı Millî sınırları içerisinde yer alan Kerkük’teki bu
katlîamda, ne yazık ki, Türkiye tarafından sessiz kalınarak karşılanmıştır.
Elbette Kerkük Türkmenlerine yönelik tek katlîam, bu değildir. Ancak 1940
yılların karanlığında, Kerkük Türklüğü de, Türklere yönelik bu zulüm harekâtından
nasîbini almıştır.
Türkiye
ise kurulan Türk devletlerinin yardım isteklerine sessiz kalırken, bu Türk
toplumlarının yardım isteğine de sessiz kalmıştır. Hattâ sessiz kaldığı gibi
SSCB’nin yanında yer aldığını gösteren ba’zı davranışlarda bulunmuştur. Türkiye
dışında yaşayan Türkler yok sayılmış ve sâdece Türkiye’de Türklerin yaşadığı
iddiâsı, ba’zı ders kitâblarına sokulmuştur. 3 Mayıs 1944 târîhinde Türklere
yapılan bu zulümlere karşı tepki gösterebilecek ve sesini yükseltebilecek olan
tek fikir olan Türkçüler ise “Irkçılık-Turâncılık Da’vâsı” adı altında uyduruk
bir mahkeme ile ezilmeye çalışılmıştır.
Bu
yaşananların hepsinin, İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığında ve kendini “Türkçü”
olarak i’lân eden Şükrü Saracoğlu döneminde olması bir tesâdüf değildir.
Türkiye’nin dışındaki Türkler, kendilerine yapılan bu zulme, Türkiye’nin
sırtını dönmesine ve hattâ el altında destek vermesine karşı yine de vâkûr bir
şekilde Türkiye’ye tepki göstermemişlerdir. Ancak Türkiye’nin Sovyet Rus
zulmüne karşı Türkiye’ye sığınan Âzerbaycan Türklerini, SSCB’ye vermesi ve
Boraltan Köprüsü üzerinde bu Türklerin, SSCB askerleri tarafından kurşuna
dizilmesi üzerine ünlü Âzerbaycanlı şâir Almas Yıldırım, şu müthiş dizeleri
söylemiştir:
“Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.”
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.”
KUTLU ALTAY KOCAOVA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder