(Kaynak: Akgöz, Serkan, Basında Atsız, s.302, Bozkurt Yayınları, 1. Baskı, Mart 2016)
"Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü
kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan mes’elesi olduğu kadar bir vicdân ve
kültür me’selesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz.
Ve her vakit bu istikâmette çalışacağız."
1942 – Başbakan Şükrü
Saracoğlu
1942
yılında döneminde başbakanı Şükrü Saracoğlu, bu sözleri söylediğinde, dünyâ, 2.
Dünyâ Savaşı’nı yaşıyor, Alman orduları, Türkiye sınırına dayanıyor ve başta
Avrupa’da olmak üzere bütün dünyâda kan, gövdeyi götürüyordu.
Türkiye,
savaşın şartlarında savaş dışı kalmakla berâber, bu savaş dışılık, tam bir
tarafsızlık değildir. Zîrâ Almanya’nın üstün olduğu günlerde, Türkiye’de ciddî
bir Alman taraftarlığı vardı. Bunda artık klasikleşmiş İngiliz ve Rus
düşmanlığının etkisi olduğu kadar, hükûmet yanlısı basının da payı büyüktü.
Ancak
1942-1943 kışında Almanların, Sovyetler Birliği karşısında, Stalingrad’da
uğradıkları ünlü yenilgi ve peşinden gelen Sovyet karşı saldırısı, dünyâdaki
durumu olduğu gibi Türkiye’deki durumu da etkilemişti. Daha birkaç ay öncesine
kadar Alman taraftârı olan birçok gazete, şimdi tam tersi istîkâmette yerini
almıştı.
1944
yılının başlarında ise artık, kesinleşen Sovyet-Amerikan gâlibiyeti,
Türkiye’nin üzerine de olduğu gibi çökmüş ve Türkiye, bir tercih yapmak zorunda
kalmıştı. Bir iki yıl öncesindeki gibi savaşa girmeden Almanya’yı destekleyen
bir tutum mu, yoksa Sovyet-Amerikan birliğini destekleyen bir tutum mu?
Mayıs
1944’de yaşanan olaylar, Türkiye’nin o günlerdeki tercihini, dünyâya îlân
etmişti. Bir yanda Türkiye’deki Türkçü-Turâncıların devletten tasfiyesi,
etkisizleştirilmesi ve halk nazarında îtibarsızlaştırılması amacıyla
gerçekleştirilen ve “3 Mayıs 1944”le özdeşleşen “Irkçılık-Turâncılık dâvâsı”;
öte yanda da 18 Mayıs 1944’de Sovyetler Birliği’nin diktatör ve eli kanlı
lideri Stalin’in emriyle ata yurt Kırım’dan sürülen yaklaşık 194 000 Türk. Bunun
dışında Kasım 1943’de sürgün edilen, yaklaşık 75 000 Karaçay Türkü; Aralık
1943’de 130 000 Moğol Kalmuk; Mart
1944’de 25 000 Balkar Türkü ve Kasım 1944’de 89 000 Ahıska Türkü. Yânî 1943-1944
yıllarında sürgün edilen 500 binin üzerinde Türk.
Bir
yanda 500 binden fazla sayıda sürgün edilen Türk; bir yanda sindirilmeye,
ezilmeye ve etkisizleştirilmeye çalışılan Türkçüler ve bir yandan da sana
sığınan kardeşini Sovyet Ruslara teslîm ederek, öldürülmelerine sebep olan ve
Türk askerlerinin önünde, Ruslar tarafından öldürülen 146 Âzerbaycan Türkü.
* * *
Yaşananlar
açıkça gösteriyor ki, 2. Dünyâ Savaşı’nı Sovyet-Amerikan bloğunun kazanacağının
bellî olması üzerine Türkiye, bir karar vermiştir. Bu karar ise Türkiye’nin
dışındaki Türklerin yok edilmesi pahasına, sessiz kalmak.
Atsız
ve arkadaşlarının yargılandığı 3 Mayıs 1944 yargılamaları ile 18 Mayıs 1944’de gerçekleşen
Kırım Sürgünü arasında, sâdece 15 gün olması, aslâ tesâdüf olamaz. Bu durum,
bize açıkça göstermektedir ki, Kırım Sürgünü’nde Türkiye’nin ve dönemin
cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile hükûmetinin haberi ve izni vardır. Hattâ bu ikili
bir oyundur. Bu oyunun SSCB ayağında, Kırım Türklerine sürgün ve soykırım
uygulanmış; Türkiye ayağında ise buna karşı sesini yükseltebilecek tek güç olan
Türkçüler, ezilmeye çalışılmıştır.
İsmet
İnönü ve hükûmeti, dış Türkleri fedâ ederek, onların kanı pahasına Sovyetlerle
bu kirli oyuna girmiş ve yüzbinlerce Türk’ün kanını, eline bulaştırmıştır.
Aslında bu konuda, en güzel söz, Âzerbaycan Türklüğünün yetiştirdiği, büyük
şâir Almas Yıldırım’a âiddir.
“Bir suç mu
düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.”
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.”
1942
yılında Türkçülüğünü haykıran başbakan Şükrü Saracoğlu, iki yıl sonra Türkler
öldürülürken susuyordu. Kırım’da, Kafkasya’da, Türkistan’da, İdil-Ural’da
yüzbinlerce Türk’ün kanı akarken, susuyordu. Ancak en kötüsü, bu sessizlik,
çaresizlikten kaynaklanan bir sessizlik değil; planlı, bilinçli bir oyundan
kaynaklanan bir sessizlikti.
KUTLU ALTAY KOCAOVA
16 Mayıs 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder