Türkiye eğitiminin sorunları, ne yazık ki, bir türlü
çözülemeyen ve çözüm diye sunulan şeylerin yeni sorunlar yarattığı ve bir nevî
kartopu gibi sürekli büyüdüğü sorunlardır. Bunlara sayısız örnek verilebilir.
Gençlerin geleceksizliği, eğitimin özelleşmesi, dînîleşmesi, bilim karşıtı
faâliyetler, ahlâkî çöküntü, yabancılaşma, san’at ve sporun dışlanması,
öğretmen seçimindeki sıkıntılar, millîliğin yok olması, vd... Elbette bu liste
uzatılabilir. Ben de buna göre tek tek bu sorunları inceleyeceğim ve nasıl
çözüleceğine dâir fikirlerimi paylaşacağım.
·
Geleceksizlik
Geleceksizlik... Yâni insanların, kendi geleceklerini
kadere bırakması, bu konuda düşünmekten, kafa yormaktan, çalışmaktan ve program
yapmaktan vazgeçmesi. Yâni en önemli umut etmekten vazgeçmesi... Peki, bu
duruma nasıl gelirler?
Türkiye eğitimi, uzun yıllardır, sınav odaklı bir eğitim
sistemine sâhibdir. Her ne kadar sık sık sistemler değişse de, farklı farklı
programlar uygulamaya konsa da, sınav odaklı eğitim yapısının değişmediği
görülmektedir. Bu ise çocukların ve gençlerin kaderini sınavlara
devretmektedir.
Her ne kadar bu konuda sağlıklı bir istatistik bulunmasa
da, bir öğretmen olarak, öğrencilerin büyük kısmının, yapmak istedikleri
mesleği sınavlarda alacakları puanlara göre belirlemek istediklerini
söyleyebilirim. Oysa meslek seçiminde iki etken yer alır. Birincisi, yetenek;
ikincisi ise ilgidir. Dolayısıyla sınavda belli derslerden aldığı puana göre
meslek seçimi yapıldığında, bu berâberinde meslekî mutsuzluk, başarısızlık gibi
sonuçları da getirecektir. Şimdiki sorumuz ise şu: Bu durum, nasıl oluştu?
Türkiye’de özellikle üniversite giriş sınavları, en
bilinen ve kanıksanan sınavlardır. Elbette, bunun alternatifinin ne olabileceği
tartışılır ama bununla birlikte sınavları, Türk çocuklarının ve gençliğinin
hayâtlarının merkezine koyan ve âileleri, eğitim yerine sınav başarılarına
yönlendiren belli noktalar var. Onlardan söz etmek gerekiyor.
Millî Eğitim Bakanlığı, Kasım 2007’de 2602 sayılı
Ortaöğretim Kurumlarına Geçiş Yönergesi[1]
ile berâber liseye girişler için yeni bir sınav sistemini ortaya koymuştur.
Seviye Belirleme Sınavı adı verilen bu sınavın, diğerlerinden farkı, 6. ve 7.
sınıflarında bu sınava girecek olmasıydı. Bunun dışında diğer sınavlarda soru
çıkan dersler, bu sınavda da aynıydı.
SBS ile berâber 6. sınıf öğrencilerinin sınavlara girecek
olmasıyla berâber çocuklarda ve âilelerde sınav kaygısı, 5. ve hattâ 4.
sınıflara kadar düştü. Bunun anlamı nedir? Bu, KPSS’yi de eklediğimizde, 9-25 yaş arasında olan ve öğretim hayâtını devâm ettiren herkesin, bu işten muzdârib
olması demektir.
Sınav merkezli hâle gelmiş bir öğrenci için yeteneklerini
geliştirmek ya da farklı alanlara ilgi duymanın bir anlamı yoktur ya da sınavda
işine yaramayacak bir kitâb okumanın, oyun oynamanın önemi yoktur. Bu konuda
âileler de çok yanlış tavırlar sergilemektedir. Tek amacı, çocuk başarısı
üzerinden reklam yapmak olan dershânelere (şimdiki adıyla etüd ve kurs
merkezleri), çocuklarını yem etmektedirler.
MEB, 2010 yılında kaldırdığı SBS ile ilgili hazırladığı
raporda, bu sınava dâir şu eleştirileri getirmektedir:[2]
“-
SBS sistemi dershaneye devam yaşını düşürmüş ve dershaneye devam oranlarını
yükseltmiştir.
-
SBS sistemi öğrencilerde sınav kaygısı düzeyini artırmaktadır.
-
SBS sistemi öğrenciler üzerindeki aile ve çevre baskısını artırmaktadır.
-
SBS, süreç odaklı olmaktan çok sınav odaklı bir sistemin ürünü olarak
görülmektedir.”
Üç yıl boyunca uygulanan ve milyonlarca öğrencinin mağdûr
edildiği bir sistemin, sistemin yaratıcıları tarafından eleştirilmesinin
tûhaflığının yanında bu sistemin sonuçlarının hâlâ devâm ettiğini görmek
gerekiyor. SBS adı verilen bu sınavın yarattığı sıkıntılar, artık kanıksanmış
üniversite ya da me’mûr seçme sınavları gibi değildir. Zîrâ 9-10 yaşından
îtibâren bu korku ve kaygı ile yaşamaya başlayan bir çocuk ile 16-17 yaşından
îtibâren bunu yaşamaya başlayan gencin durumu aynı olamaz. Bu sınav, 2010
yılında kaldırılmış olmasına ve yerine gelen TEOG sınav sisteminin, nisbeten
daha olumlu olmasına rağmen, çocuğu 6. sınıfa giden birçok velî, hâlâ,
kapatılmış olmalarına rağmen, dershâne kapılarında dolaşmaktadır. Bu konuda 14
yaşında, 8. sınıf öğrencisi olan bir öğrencimle yaşadığım şu diyalog, sorunun
boyutlarını ortaya koyma noktasında ibret vericidir:
“- Kızım, sürekli uyukluyorsun. Uyumuyor musun?
-
Öğretmenim, gece birde yatabiliyorum.
-
İyi de kızım, sabah yedide ders
başlıyor. Geç değil mi?
-
Öğretmenim, eve gece on ikide geliyorum.
Anca uyuyabiliyorum.
-
Nasıl yâni? Gece on iki derken...
-
Öğretmenim, dershânedeyim. (Burada ünlü
bir dershânenin adını veriyor.)
-
O, sa’âte kadar!
- Öğretmenim, ben, okuldan sonra iki gibi
dershâneye gidiyorum. Beşe kadar sürüyor. Sonra etütler ve ders çalışma
başlıyor. Akşam on bire kadar sürüyor. Babam almaya geliyor.
-
Bu insanlık dışı... Hepinize böyle
olamaz. İlk kez duyuyorum.
-
Öğretmenim, biz özelmişiz. O yüzden
böyle yapıyorlar.”
Sonrasında
bu öğrencimin âilesiyle de görüştüm ama pek sonuç aldığımı söyleyemem. Ancak
ömrünün en güzel günleri, bir sınavın peşinde sürüklenen bir gencin geleceği ya
da kişiliği adına, pek umutlu olmamak gerektiğini söyleyebilirim.
Bu
noktada dershânelerin, doğru ve gerekli bir adım olarak kapatılmasından sonra,
yerlerine açılan ve adına “temel liseler” ya da “temel ortaokullar” denilen
okullardan da kısaca söz etmek gerekir. Kısaca söz edeceğim, zîrâ ileriki
yazılarımda bu okullar ile ilgili geniş çaplı bilgi vereceğim.
Eğitimde
özelleşme sıkıntısının yanında bu temel okullarla ilgili en önemli sıkıntının
kısaca, yine sınav merkezli olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda hüküm
verebilecek kadar çok öğrenci ile konuştuğum için söyleyebilirim ki, bu
okullarda sâdece sınavlarda soru çıkan dersler verilmekte ve spor ile san’at
dersleri verilmemektedir. Bu da buraya giden öğrenciler için sınav merkezli
yaşam tarzını daha fazla dayatmaktadır.
Okullar,
öğretimden daha fazla eğitim yeridir. Ancak ne yazık ki, değerler eğitimi
denilen göstermelik hareketler olsa da, eğitim geride tutulmaktadır. Bu ise
okulların, ahlâkî ve millî değerlerin öğretildiği yerler olmaktan çıkmasına
neden olmaktadır.
Bilmemiz gerekir ki, geleceksizlik hastalığına yakalanan
bireyler için olan ve olacakların hiçbir önemi yoktur. Zîrâ yaşananlar, onlar
için bir anlam ifâde etmeyecektir. Onlar için şans oyunlarında, yarışmalarda,
siyâsî partilerde gelecek aranır. Bütün ahlâkî değerler anlamsızlaşır ve toplum
zamanla dağılma belirtileri gösterir.
Peki, buna karşı ne yapılabilir? Öncelikle öğrencilerin,
sınav merkezli bir yaşam oluşturmalarının önüne geçmek için TEOG ile atılan
olumlu adımların, okullar aracılığıyla âilelere iletilmesi sağlanmalıdır. Bu
sistem ile eski dershâne anlayışının getirdiği sıkıntılara gerek olmadığı
vurgulanmalıdır. Bakanlık, ayrıca bu konuda görsel ve yazılı basın ile sosyal
medya ve interneti de kullanmalıdır. Ayrıca özellikle sözel derslerde, kitâb
okumanın teşvîki açısından ödüllendirme yapılmalıdır. Bu konuda not ile
ödüllendirme, çok daha etkili olacaktır. Ayrıca öğrencilerin yetenekli olduğu
alanlar, erken yaşlarda tesbît edilip, buna uygun bir eğitim periyodu izlemesi
sağlanmalıdır. Meselâ spor ya da san’ata yetenekli çocuklar, bu alanlara
yönlendirilmelidir. Kalemi güçlü olan öğrencilerin yazarlık yolunun açılması ve
daha çok kitâb okumasının sağlanması gerekir. Sayısal ya da bilimsel alanlara
yetenekli olan öğrencilere de buna uygun eğitim verilmelidir. Ancak ne olursa
olsun, öğrencilere genel kültür, millî ve ahlâkî değerler ile san’at ve spor
eğitimlerinin verilmesi gerekmektedir.
Elbette Türkiye gibi büyük bir nüfûsa sâhib olan
ülkelerde sınavsız bir sistem, ne yazık ki, şimdilik çok zordur. Ama bunun
eğitim açısından daha uygun bir şekle sokulması mümkündür. Meselâ üniversite
sınavında tıbba girmek isteyen bir öğrenciye bu alanla ilgili dersler
verilebilir ve bununla ilgili sorular sorulabilir. Aynı şekilde edebiyâtla ya da
târihle ilgili eğitim almak isteyen öğrencilere de buna uygun eğitim
verilebilir. Bâzıları için bunlar, oldukça zor olabilir. Ancak şurası açıktır
ki, var olan sistemin yarattığı sıkıntıların sonucu olan zorluklarla
kıyaslandığında ortaya çıkan kolaylık görülmektedir. Yeter ki, Türk gençliğinin
eğitimi hakkında olumlu isteklerimiz olsun...
KUTLU ALTAY KOCAOVA
2 Temmûz 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder