İstiklâl Savaşı’nın sonucunu etkilemesi açısından,
maâlesef kaynaklarımızda yer almayan, çok önemli bir olay var. Yunanistan’ın
İstanbul’u işgâl isteği ve girişimi…
1922 yılının Temmuz ayı, Anadolu’daki bütün kesimler için
oldukça hareketli geçmiştir. Bir yanda Anadolu’da Tekâlif-i Millîye emirleri
gereğince toplanan malzemeler, bir yanda doğu ve güney cephelerinden batıya
kaydırılan birlikler… Öte yanda da İngiliz Lloyd George tarafından “deli”
olarak tanımlanan Hatzianestis’in Yunan Orduları Başkomutanlığı’na getirilmesi,
İzmir’de bağımsız “İonya Devleti”nin ilânı[1], Karadeniz’deki Yunan
savaş gemilerinin Samsun’u bombalaması[2] ve Anadolu’daki Yunan
birliklerinin bir kısmının Trakya’ya taşınması…
Yunanistan kamuoyu ve ordusunda Sakarya Savaşı’ndan sonra
Îtilâf devletlerine karşı bir güvensizlik oluşmaya başlamıştı. Bu açıdan oldubitti
yoluyla sonuç almak ve Îtilâf devletlerine bunları kabûl ettirmek istiyorlardı.
Çünkü Sakarya Savaşı bittikten sonra Fransızların TBMM ile 20 Ekim 1921
târihinde imzâladıkları, Ankara Îtilâfnâmesi, İtalyanların sessiz sedâsız
Antalya ve çevresini boşaltması ve İngilizlerin Yunanlara verdiği desteğin git
gide maddî destekten, sözlü desteğe kayması gibi sebebler, Yunanların
Anadolu’da batağa çekildikleri düşüncesine yol açmıştı. Bunun içinde hem
İzmir’de, Yunanistan’a bağlı bir devlet kurmak, hem de İstanbul’u işgâl etmeye
karar vermişlerdi. Yunan düşüncesi, bunlara sözlü tepkinin ötesinde tepki
verilmeyeceği ve öyle ya da böyle kabullenileceği yönündeydi. Bu konuda Yunan
prensi Andrew’in General Metaxas’a yazdığı şu satırlar, Yunanistan’ın o dönem
içerisinde bulunduğu sosyo-psikolojik yapıyı göstermektedir[3]:
“Anadolu kâbusundan
bizi kurtaracak bir şey hemen yapılmak zorunda. Ne olduğunu bilmiyorum; ancak
blöf yapmaktan vazgeçmeli ve gerçekle yüzleşmeliyiz.”
İşte, Yunanistan’a hâkim olan bu düşünce buydu. Bu yüzden
İzmir’de İonya devleti kurmaya kalkarken, bir yanda da Trakya’ya asker yığıp,
İstanbul’u işgâl etmeye karar verdiler. Daha doğrusu bu karârı, başkomutan
olarak atanan Georgios Hatzianestis vermişti.
İşgâlin başladığı tarihten beri İstanbul’da bir Yunan
işgâli ya da harekâtı olacağı düşünülür, sık sık dedikodusu yapılırdı. Temmuz
ayının ikinci yarısında Hatzianestis’in emriyle Trakya’da bulunan Yunan
birlikleri, ileri harekâta başladı. Bu harekât, bir ânda bu dedikoduların
gerçeğe dönüşüp dönüşmeyeceği düşüncesini doğurdu. Yunan hükûmeti, Hatzianestis’e
böyle bir harekâtın Anadolu işgâlini sona erdirmeye gerektireceğini söylemiş, Hatzianestis
ise buna gerek olmadığını, belli sayıda birliğin taşınmasının yeterli olacağını
söylemişti. Bu arada İngiltere, Yunanistan’ın ilk hareketlerine rağmen bu plana
inanmamış, Yunanistan’ın bunu yapabileceğini düşünmemiştir. Öyle ki, gelen
istihbârat raporlarını bile inandırıcı bulmamışlardır. Sanırım, bir maşa olarak
gördüğü Yunanistan’ın, müttefiklere karşı böyle bir harekette bulanacak
cesaretinin olmadığını düşünmüş olmalılar. Bu arada Anadolu’daki iki Yunan
tümeninin (üç piyâde alayı, iki tabur), Trakya’ya sevki de tamamlanmıştı.
Ayrıca Dedeağaç’a da büyük miktarda petrol sevkiyâtı yapılmıştı[4].
27 Temmuz 1922’ye gelindiğinde Başkomutan Hatzianestis,
karargâhını Tekirdağ’a taşıdı ve bunu bütün dünyâya bildirdi. Ertesi gün de
Yunanistan, resmî olarak savaşın uzamasının sorumluluğun Yunanistan’a
yüklenemeyeceği, böyle bir sorumluluğu kabûl etmeyecekleri ve savaşı bir ân
evvel bitirmek için en etkili yöntemleri kullanacaklarını belirten bir
bildiriyi ilân ettiler[5].
Böylece Yunanistan tavrını açıkça ortaya koyuyor, eğer
istekleri kabûl edilmezse, zorla alacağını bildirmiş oluyordu. Bu konuda
özellikle İngiltere’nin fazla öfkelenmeden, bu durumu kabulleneceklerini
düşünüyorlardı[6].
Müttefiklerin işin renginin değişmeye başladığını anlamasından sonra 29
Temmuz’da İşgal Kuvvetleri Başkomutanı General Harrington’un Trakya turuna
çıkması ve Yunan birliklerinin işgâl için hazırlandıklarını görmesi, büyük bir
endişe kaynağı oldu[7].
30 Temmuz târihinde Müttefik devletler, aralarında
toplanıp Yunanistan’a karşı neler yapacaklarını konuştular. Fransa, sertlikle
karşılık verilmesini isterken; İtalya, Yunan harekâtının beklenilmesini
istiyordu. İngiltere ise yumuşak bir tavırla durdurabileceklerini düşünüyordu[8]. 31 Temmuz târihine
gelindiğinde Yunanistan, resmî olarak Îtilâf Devletlerine başvurdu ve
İstanbul’un işgâli için izin istedi[9].
1 Ağustos târihinde ise Yunan uçakları, müttefik hatları
üzerinde keşif uçuşları yaptılar ve birlikler, ilk defâ, oldukça yakın mesafeye
geldiler. Aynı gün Îtilâf devletleri, resmî olarak Yunanistan’a nota verdiler
ve herhangi bir Yunan harekâtına karşı zorla püskürtüleceklerini belirtip,
bunun savaş sebebi olacağını ilettiler[10]. Ayrıca General
Harrington, müttefik generalleriyle birlikte, başkomutanları olarak sorumlu oldukları
bölgeye yönelik bir harekâta silâhla karşı koyacaklarını belirten bir basın
bildirisi yayımlattı[11]. Bu arada İstanbul hükûmeti, 20 bin civârında asker
toplayabileceklerini söyledi ve bunu Harrington’un emrine vermeyi önerdi[12].
Ancak bu durum, Yunan ısrârlarını durdurmadı. 2 Ağustos
günü Yunan Dış İşleri Bakanlığı, İngiltere ve müttefiklerinin İstanbul’u işgâl
etmelerine izin vermelerini bir kez daha istedi[13]. Ertesi gün de Atina’daki
Îtilâf devletlerinin resmî temsilcilerine birer nota verip, İstanbul’un
Yunanistan tarafından işgâlinin barış getireceğini, Türk direnişini yok
edeceğini ve Anadolu’daki Yunan birliklerine büyük bir moral vereceğini
bildirmişti[14].
4 Ağustos târihinde İngiltere başbakanı Lloyd George’un
Âvam kamarasında yaptığı konuşma, bu konu açısından oldukça önemlidir[15]:
“Her iki taraf
arasında adil davranmadığımızı kim, nerede söylemişti, unuttum. Adil
olduğumuzdan emin değilim. Neler oldu? Burada, Türkiye ile Yunanistan arasında
bir savaş var. Biz taraflardan birinin başkentini diğerine karşı savunmaktayız…
Eğer biz orada olmasaydık, Yunanlıların bu başkenti birkaç saat içinde işgal
edeceği ve bunun da bir karar vücuda getireceği hususuna tereddüt yok. Şimdi
Yunanlıların karar verebilecekleri tek yön var; o da ülkenin neredeyse nüfuz edilemez
iç kesimlerine doğru yüzlerce mil boyunca tek sıra yürümek. Bilmiyorum herhangi
bir ordu Yunanlıların gittiği kadar uzaklara gider miydi? Bu, çok gözü pek ve
çok tehlikeli bir askerî girişimdi… Hattâ Kemalist güçlerin Avrupa tarafından
donatıldığına dair belki de mesnetsiz olan iddialar var. Başka şartlar altında
Yunanlılara Anadolu kıyısını ambargo altına alma yetkisi verilirdi… Kemalistler
barışı kabul etmeyecekler; çünkü kendilerine tatminkâr ateşkes şartları
tanımayacağımızı söylüyorlar: fakat Yunanlılara da savaşa tüm güçleri ile devam
etmeleri için izin vermiyoruz. Kemalistlerin, askerleri on-on iki yıldır silah
altında, bir savaştan diğerine koşan ve kaynakları sınırsız olmayan bu küçük
ülkeyi tüketeceklerini nihayet akıl edip vazgeçecekleri ümidiyle böylesi bir
durumun sonsuza dek devam etmesine izin veremeyiz.”
Lloyd George,
Yunanistan yanlısı bu konuşmasıyla gerçeği göremediğini göstermiştir. Bu
durumda Îtilâf devletlerinin neden Yunanistan’a izin vermediği sorulabilir.
Bunun yanıtını kendi işgâlleri altında bulunan bir bölgenin, kukla olarak
gördükleri bir devlet tarafından işgalinin îtibarlarına vereceği zararda
aramak, sanırım yanlış olmaz. Yâni bizim işgâlimiz altında olan bir yeri, biz
varken, kukla olarak kullandığımız bir devlet, bize rağmen nasıl işgâl edebilir
düşüncesi…
Bu arada Yunanistan’ın bu adımını Türk orduları
başkomutanı Gâzî Mustafâ Kemâl Paşa, çok iyi izlemiş ve Yunan ordularının
hatlarında oluşan açığın kapatılamamasına üç hafta sonra Büyük Taârrûz’u
başlatarak yanıt vermiştir. Bu da Yunan ordusundaki açıkları çok iyi gören,
izleyen ve o noktalardan vuran Gâzî Mustafâ Kemâl Paşa’nın askerî dehâsının bir
göstergesidir. Ancak maâlesef, bu olay, Türk kaynaklarında pek yer almamakta, ancak
birkaç cümle ile geçiştirilmektedir.
21
Temmuz 2017
KUTLU
ALTAY KOCAOVA
[1]
Müderrisoğlu, Alptekin, “Batı Anadolu’da Kurulan Kısa Ömürlü Bir Devlet: İonya”,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c.9, s.27, ss.569-579, Temmuz-Kasım 1993,
Ankara
[2] Satan,
Ali (der.), İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye 1922, s.44, Tarihçi Kitabevi,
1. Baskı, Temmuz 2011, İstanbul
[3] Smith,
Michael Llewellyn, Yunanistan’ın Anadolu Hayali 1919-1922, s. 285, Tarihçi
Kitabevi, İstanbul 2017
[4] a.g.e.,
s.319
[5] Bozkurt,
Abdurrahman, “Yunanistan'ın İstanbul'u İşgal Planı (1922)”, Güneydoğu Avrupa
Araştırmaları Dergisi, s.18, ss.142, y. 2010, İstanbul
[6] Satan,
Ali (der.), İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye 1922, s.46, Tarihçi Kitabevi, 1.
Baskı, Temmuz 2011, İstanbul
[7] Smith,
Michael Llewellyn, Yunanistan’ın Anadolu Hayali 1919-1922, s. 320, Tarihçi
Kitabevi, İstanbul 2017
[8] a.g.e.,
s.320
[9] Satan,
Ali (der.), İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye 1922, s.47, Tarihçi Kitabevi,
1. Baskı, Temmuz 2011, İstanbul
[10] Smith,
Michael Llewellyn, Yunanistan’ın Anadolu Hayali 1919-1922, s. 321, Tarihçi
Kitabevi, İstanbul 2017
[11] Satan,
Ali (der.), İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye 1922, s.47, Tarihçi Kitabevi,
1. Baskı, Temmuz 2011, İstanbul
[12] a.g.e.,
s.48
[13]
Bozkurt, Abdurrahman, “Yunanistan'ın İstanbul'u İşgal Planı (1922)”, Güneydoğu
Avrupa Araştırmaları Dergisi, s.18, ss.144, y. 2010, İstanbul
[14] a.g.e.,
s.145
[15] Smith,
Michael Llewellyn, Yunanistan’ın Anadolu Hayali 1919-1922, s. 324-325, Tarihçi
Kitabevi, İstanbul 2017