Özet
Bozkırın Avrupa
kısmındaki Türklerin, Hristiyanlığı; Hazar ve Karaylar gibi küçük toplulukların
Musevîliği; geri kalan büyük Türk kitlelerinin de, 10. yüzyıldan itibaren
İslâmiyet’i seçmesiyle Tengricilik inancı gerilemeye ve daha dar bir alana hitap
etmeye başlamıştır. Tabiî Çin’i yöneten Moğol hanedanlarının da Budizm’i
seçmesi ve Budist yöneticilerin Moğolları da Budizm’e geçirmesi ile Tengricilik,
bu alanda da gerilemiştir. Günümüzde daha çok Altaylar çevresi ile Sibirya
Türkleri arasında, resmen yaşamaktadır.
Bununla berâber kamlık geleneğinin dışında, diğer dinlerin içerisinde Tengricilik,
eski Türk coğrafyasının büyük kısmında yaşamaktadır. Kıpçak Bozkırı’nın Rusya
olması ve Rusya’nın Sibirya’nın tümünü elinde tutması ve diğer birçok Türk
yurdunun yabancı elinde olması, tabiî olarak nüfusu da etkilediği için
buralardaki Tengriciliği de etkilemektedir. Ancak yine de bu inanış, geniş bir
coğrafya da yaşamaya devam etmektedir.
Anahtar
Kelimeler:
Tengricilik, Şamanizm, Kafatası, Kafatası Kültü, At Kültü
A REFLECTION OF THE LIVING TENGRIASM:
SKULL KULT
Abstract
After the Turks have
converted from the European part of the steppe to Christianity, small groups of
people such as Khazars and Karaites converted to Judaism , and the greater
proportion of Turkic peoples in the 10th Century, converted to Islam , the old
-Turkish faith has Tengriasm withdrawn far and only taught a narrow area.
If technologies , the
influence of Tengriasm has waned among the Mongols , the Mongol ruling
dynasties in China have Budismus recognized as a state religion and also
converted the Mongolian people to
Budismus . Nowadays enjoys the Tengriasm, only among the Turkic peoples of
Siberia and Altai territories worship.
However, the Tengriasm
lives with and outside of shamanism , in all other religions in the Turkic
region. That the " Deschti Kyptschak " (fields of Kyptschak, Cumania
) Russia is that Russia Siberia controlled and that many Turkish territories
under the occupation of other powers are to have those factors as they have
natural influences on the Tengriasm , as influences on the population.
Keywords: Tengriasm, shamanism, skull, skull
cult, horse cult
Giriş
Tengri[1]
inancı, Türklerin en eski inanış biçimidir. Uzun bir dönem, Orta Avrupa’daki
Macar bozkırından, Uzakdoğu’daki Büyük Okyanus kıyılarına kadar egemen
olmuştur. Türklerin İslâmiyet’i kabul ettikleri 10. yüzyıla kadar bu durum
sürmüştür. Bu geniş coğrafyaya, Rusların güçlenmeye başladığı 16. yüzyıla kadar
kuzey Karadeniz’e Kıpçak Bozkırı denmesi, en aşağı 2000 yıl boyunca bölgenin
Türk yurdu olarak görüldüğünün göstergesidir.
Bozkırın Avrupa
kısmındaki Türklerin, Hristiyanlığı; Hazar[2] ve
Karaylar gibi küçük toplulukların Musevîliği; geri kalan büyük Türk
kitlelerinin de, 10. yüzyıldan itibaren İslâmiyet’i seçmesiyle Tengricilik inancı
gerilemeye ve daha dar bir alana hitap etmeye başlamıştır. Tabiî Çin’i yöneten
Moğol hanedanlarının da Budizm’i seçmesi ve Budist yöneticilerin Moğolları da
Budizm’e geçirmesi ile Tengricilik, bu alanda da gerilemiştir. Günümüzde daha
çok Altaylar çevresi ile Sibirya Türkleri arasında, resmen yaşamaktadır.
Bununla berâber kamlık geleneğinin dışında, diğer dinlerin içerisinde Tengricilik,
eski Türk coğrafyasının büyük kısmında yaşamaktadır. Kıpçak Bozkırı’nın Rusya
olması ve Rusya’nın Sibirya’nın tümünü elinde tutması ve diğer birçok Türk
yurdunun yabancı elinde olması, tabiî olarak nüfusu da etkilediği için buralardaki
Tengriciliği de etkilemektedir. Ancak yine de bu inanış, geniş bir coğrafya da
yaşamaya devam etmektedir. Kazakistan gibi İslâmiyet’e geçişi nispeten yeni
sayılabilecek Türk devletleri dışında, Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan,
Özbekistan ve Türkmenistan gibi Türk devletleri ile Irak Türkmenleri, İran’daki
Güney Azerbaycan Türkleri arasında hâlâ kendini gizleyerek, adını söylemeden
yaşamaktadır. Cenaze, düğün, evlilik törenleri ve ayrıca toplu dua törenlerinde
Tengricilik, en açık hâli ile görünmektedir.
Geçenlerde fotoğrafçı
arkadaşım Yılmaz Kaya’nın Çanakkale’de merkeze bağlı Kızılkeçili köyünde
çektiği iki fotoğraf dikkatimi çekti. Fotoğraflarda birer tahta çubuğa takılı
at ve sığır kafatasları bulunmaktaydı. Fotoğrafların birinde at kafatası varken,
diğerinde de sığır kafatası vardı. Bu makalenin amacı, bu fotoğraflar üzerinden
Türkler arasında hâlâ yaşamakta olan Tengrici bir inanç unsurunun
değerlendirilmesi olacaktır. Bunun içinde Tengricilik, at kültü, kafatası kültü
gibi kavramları iyi bilmek ve açıklamak gerekmektedir.
- Tengri İnanışı -
Tengri, Türkler, Moğollar
gibi Altay toplumlarında var olan en yüce gücün adıdır. Köken olarak Türkçe
olan bu kelime çeşitli Türk lehçeleri ile Moğolca’da bulunmaktadır. Bulgar
Türklerinde “Tangra” denirken, diğer Türk toplumları ve Moğollarda “Tengri”
denirdi.
1240 yılında yazılan ve
Cengiz Han’ın hayatını mitolojik bir biçimde anlatan “Moğolların Gizli Tarihi”[3] adlı
kitap, “Müngke Tengri-yin Küçü-dür”[4] diye
başlamaktadır. Aynı şekilde Kök Türklere ait Orkun yazıtlarda da Bilge Kağan
şöyle demektedir: “Türk
Oguz begleri, bodun, eşidin. Üze teŋri basmasar, asra yer telinmeser, Türk
bodun iliŋin törüŋin kim artatı udaçı erdi?”[5] [6]
Ayrıca çok önem verdikleri dağ ve tepe gibi coğrafî yerlere de Tengri adı
verilmiştir. Bugün Kırgızistan ve Tacikistan’dan başlayıp, neredeyse
Moğolistan’a kadar uzanan, Çinlilerin Tien-Şan, Türklerin ise Tanrı Dağları
dediği dağ sırasının adı Tengri-Tav’dır. Ayrıca Tuna boyuna yerleşen Bulgar
Türkleri, Balkan yarımadasının en yüksek dağına “Tangra” adını vermiştir. Daha
sonra başka bir Türk topluluğu olan Osmanlıların “Maşallah” adını verdiği dağ,
bugün “Musala”[7]
adını taşımaktadır.
Tengri, evreni ve dünyayı yaratıp,
yönetendir. Bu açıdan bakıldığında Tengri, tek tanrı olarak görülmektedir.
Ancak bir noktaya dikkati çekmekte fayda vardır. O da şudur ki, Tengri’nin
oğulları ve kızları bulunmaktadır. Bereket tanrıçası olan Umay, Tengri’nin kızı
iken; gökyüzünün tanrısı Ülgen ile
yeraltının tanrısı Erlik Han, Tengri’nin oğullarıdır. Böylece bir büyük tanrı etrâfında
çok tanrı inancının yer aldığı görülmektedir.
Tengri’nin kızı olan Umay, bereket
tanrıçası olarak hâmile kadınların, annelerin, doğmuş ve doğmamış çocuklar ile
hayvan yavrularının koruyucusudur. Moğolların anne anlamında “Ece”, Hakasların
“Imay Ece”, Yakutlarında “Ayısıt” dediği Umay, Kaşgarlı Mahmut’un Divânü Lûgâtit Türk adlı eserinde,
plasenta ve çocuğun rahimdeki eşi[8] olarak açıklanmıştır. Ayrıca şu
atasözüyle de önemi vurgulanmıştır. “Umayqa tapınsa ogul bulur”[9]. Ayrıca Orkun yazıtlarında Bilge
Kağan, annesini Umay’a benzetmektedir.
Tengri’nin başka bir çocuğu olan
ve gökyüzü tanrısı olan Ülgen, sıralamada Tengri’den sonra gelmekte ve
kardeşleri Umay ve Erlik’in önünde yer almaktadır. Hatta bazı Türk
topluluklarında zaman zaman Tengri’nin konumuna yükseldiği de olmuştur. Ülgen'in
Karakuş, Karşıt, Buura-Kan (Pura Kan), Burça Kan, Yaşıl Kan, Er Kanım, Baktı
Kan adında yedi oğlu, Ak Kızlar ve
Kıyanlar diye adlandırılan dokuz kızı vardır. Her biri birer yer-sub olan bu
ruhlar, ak kamların Ülgen ile konuşmasına aracılık ederler. Ayrıca Radloff’a
göre Altay Tatarları, Ülgen’in
ataların talebi üzerine yeni doğan çocuğa verilecek hayatî gücü, süt kadar beyaz
bir gölde araması için elçi gönderdiğine inanır[10].
Ülgen’in dışında Tengri’nin diğer
bir oğlu da yer altı tanrısı olan ve kötülüğün sembolü olan Erlik Han’dır.
Erlik ile ilgili anlatılanlarla İslâm, Hıristiyan ve Musevî kaynaklarındaki
İblis arasında inanılmaz bir benzerlik ve tam uyum vardır. İnsanın yaratılması esnasında
Tengri’ye kötülük düşünen ve ilk insan olan Törüngey ve eşi Ece’yi yoldan
çıkarması üzerine Tengri tarafından yer altına gönderilmiştir.[11] Kendisine burada çok az ışık veren ve
koyu kırmızı renkli bir güneş verilmiştir. Erlik, dünyadaki bütün kötülüklerden
sorumludur. Erlik Han’ın dokuz oğlu, dokuz kızı vardır. Dokuz
oğlu, adlarıyla birlikte şunlardır: Karaş,
Mattır, Şıngay, Kömür Kan, Badış Biy, Yabaş Kan, Temir Kan, Uçar Kan, Kerey Kan.
Erlik Han’ın kızları, kam, Tengri ya da Ülgen’e kurban vermek için göğe
çıkarken, kamı yataklarına çağırıp yolundan alıkoymağa çalışırlar. Kam, işini
unutup Erlik'in kızlarının cilvelerine kanarsa başka ruhlarca cezalandırılır ve
kurbanın kabul etmesi işi de tehlikeye düşer. Erlik'in kızlarından ikisi, Sekiz
Gözlü Kiştey Ana ile Erke Solton'dur. Ülgen’in emrindeki ak kamlar gibi Erlik
Han’ın emrinde de kara kamlar vardır. Ayrıca bazı Türk ve Moğol toplumlarında
ölümün kaynağı olarak Erlik Han gösterilir. Buna göre Erlik Han’ın, “Aldacı”
isimli elçisi, ölmek üzere olan kişinin ruhunu alır.
Görüldüğü gibi Türk ve Moğolların Tengri inancı, tek tanrı görüntüsündeki
birçok tanrı inanışıdır. Tabiî bunların altında da Ülgen, Umay ve Erlik Han’ın
çocukları olan iyi ve kötü ruhlar, çeşitli yer-sublar bulunmaktadır. Ayrıca
Türkler, her dağ, tepe, su, vb. coğrafi yerlerinde ruhları olduğuna
inanmaktadır. Bir çeşit animizm[12] olan bu
inanç yapısının, tanrılar dışındaki ruhlarla ilgili olan bölümünü kafatası
kültünü açıklarken vereceğiz.
Genelde yanlış olarak şamanizm[13] olarak
adlandırılan Tengricilik, çok tanrıcı olmakla birlikte çağdaşı olan birçok
antik uygarlıkta olduğu gibi tapınma için belli dinî ritüellere, ruhban
sınıfına, tanrı-kral anlayışına tamamen yabancı bir inanıştır. Ruhlarla ilgili
animist olan yapısına rağmen, esas rolün Tengri ve çocukları olan Ülgen, Umay
ve Erlik’e düştüğünü göz önüne aldığımızda da animizmden de uzak, bir inanç
yapısı olduğunu görüyoruz.
- At Kültü -
Atın, yaklaşık olarak bundan 5500 yıl evvel, MÖ 3500 yıllarında, bugünkü
Kazakistan’ın kuzeyinde yer alan Botai kültüründe evcilleştirildiği biliniyor.
Atı evcilleştiren Botai halkının, yaşam tarzına bakıldığında Türk oldukları
izlenimi uyansa da, bu konuda, tam anlamıyla bir kesinlik, henüz sağlanamamıştır.
Bazı bilim adamları, bu kültürün Hint-Avrupalı olduğunu savunurken, birçok
bilim adamı da bu kültürün Türk olduğunu savunmaktadır.
Botai kültürü, MÖ 3700 ile 3100 yılları arasında uzun bir süre var olmuş
olan bir kültürdür. İlk olarak Sovyet arkeolog Viktor Seibert tarafından bulunduğu 1980 yılından beri yapılan
kazılarda, yüz binlerce hayvan kemiği çıkarıldı ve işin en ilginç yanı ise
bulunan yüz binlerce kemiğim, neredeyse tamamımın, %99,99’unun at kemikleri
olmasıydı.[14] [15]
Gerek Kazak bozkırı, gerekse de Karadeniz’in kuzeyinden Sibirya ve Orta
Asya’ya kadar olan bölgede atçılığın çok kısa sürede yayıldığı görülmektedir. Atın
hızı, dayanıklılığı ve gücü, onu çevresindeki diğer büyük baş hayvanlardan
ayırmış ve kısa zamanda yolculukların, göçlerin ve savaşların aranılan hayvanı
hâline getirmiştir. Üstelik bu rolünü de 20. yüzyıla kadar korumuş ve kimseye
kaptırmamıştır.
Atın evcilleştirilmesinin iki muhtemel kaynağından biri olan Türkler,
diğer milletlere göre ata daha fazla bağlanmış ve atla berâber, ata uygun bir
yaşam tarzı geliştirmişlerdir. Doğal olarak da, bu yaşam tarzı dilden, dine,
geleneklerden, töreye kadar bütün unsurları etkilemiştir.
Her başarının arkasında olağanüstü ya da güçlü bir at olduğu düşüncesi
de, Türklerin zihninde yer etmiş ve böylece at ile aradaki bağlar, çok daha
güçlü bir şekilde yaşanmıştır. Manas Destanı’nda geçen Manas’ın atı Akkula’nın
önemi çok büyüktür. Hatta başarılarını da büyük ölçüde ona borçludur. Ayrıca
Köroğlu’nun atı olan Kırat’ta Köroğlu Destanı’nda Köroğlu’ndan sonra en önemli
figürdür. Köroğlu, her savaşa Kırat’la girmekte, onun sâyesinde başarmaktadır.
Bu yüzden de Bolu Beyi, düşmanının, bu en önemli gücünü ele geçirmek
istemektedir.
Ayrıca Bizans, Çin, İran ve Arap kaynakları, Türklerin atlara olan özel
ilgisinden bahsetmektedirler. Meselâ Bizans kaynakları, Hun hükümdarı Attila
ile barış görüşmesine giden Bizans elçilerinin, Hunların sürekli olarak at
sırtında oldukları için zorlandığını yazmaktadırlar.
Konar-göçer bir toplum olarak Türkler için atın çok önemli olmasının
nedenlerinden biri de Türklerin güney komşusu Çinlilerdir. Tarihin her
döneminde en kalabalık toplum olarak Çinlilere karşı mücadele etmenin yolu
hareketli olmaktan geçmekteydi. Bu da atın önemin arttırmakta ve sürekli at
sırtında geçen bir hayat tarzı meydana getirmekteydi. Günümüzde bile Orta
Asya’da atlara çok büyük önem verilmektedir. Özellikle Moğolistan’da at nüfusunun,
insan nüfusundan fazla olduğu bilinmektedir. Ayrıca Türkmenistan bayrağında da
yer alan ve Türk atı olan Ahal-Teke’de atın önemini göstermektedir.
Türkler
için artık bir hayvandan öte olan atlar, hem dost, hem etini ve sütünü
bağışlayan bir kaynak, hem de gerektiğinde Tengri’yi ya da Ülgen’i mutlu
kılacak ya da Erlik’in ve onun kötü ruhlarının kötülüklerinden korunmayı
sağlayacak bir kurbandı. Manas Destanı’nın birçok bölümünde at kurbanı
geçmektedir. “Manas'ın
oğlu Semetey Talas'ta Zülfikâr dağında oturan Bayoğlu Bakay'ı ziyaret eder.
Bakay sevinir. Tanrı yoluna atlar kurban eder.”[16]
Destânın
diğer bir bölümünde de, at kurban etme, şu şekilde geçmektedir: “Manas öldükten sonra, dokuz gün
bekletilir. Doksan kısrak kesilir. Dokuz kat kumaş halka dağıtılır. Daha sonra aynı
cenaze töreninde altmış sayısı rol oynamaya başlar. Altmış gün bekletilir. Altmış
kısrak kesilir ve ölü mezara konur. Bu suretle merasim biter”.[17] Bu
bölümde Manas Destanı’nda şöyle geçer:
“Manastın
çımınday canı kétti déyt, Manas’ın
canı uçmuştu,
çın üyüne kétti déyt. asıl evine gitmişti.
Ak-saraylap koydu déyt, Ak saray gibi bir bina yaptılar
kök-saraylap koydu
déyt, mavi bir mezar yaptılar,
Toğus künü cattı déyt, dokuz gün orada kaldılar,
tokson-do bee soydu
déyt: doksan kısrak kestiler,
altı künü cattı déyt, altı gün orada kaldılar,
altımış bee soydu déyt. altmış kısrak kestirip
Altınduu tonun
toğustan, dokuz kat da altın kumaş
élge cırtış bérdi
déyt.” bulup halka dağıttılar.[18]
Bunun birlikte kurban edilen atın rengi de oldukça
önemlidir. Beyaz renkli kurbanlar, Tengri başta olmak üzere diğer tanrılara ve iyi
ruhlara sunulurdu.[19] Bahaeddin
Ögel, bu konuda da bizlere çok önemli bilgiler vermektedir. “Hıtaylar'da beyaz
ata binerek, beyaz tilki avlama merasimleri, beyaz atla beyaz öküzün Gök
Tanrısı'na kurban edilmesi, bir şehir zapt edildikten sonra, yine beyaz atla
koyunların kurbanı, çok eski Türk-Moğol adetlerinin bize gelen akisleridir”.[20]
Görüldüğü gibi Türkler, bu çok önem
verdikleri hayvanı, öteki dünyada da kullanabilmek amacıyla aynı zamanda bir
kurbanlık olarak görmüşlerdir. Ayrıca asıl dikkat çekici nokta da şudur ki;
Türklerde at kurbanı geleneği ile atın ilk evcilleştirildiği yer olan ve Türk
mü, Aryen mi olduğu tartışmalı Botai kültüründe bulunan kemiklerin tamamına
yakının at kemiği olması ve yüz binlerce at kemiğinin bulunması da oldukça
önemli bir noktadır. Bugün dâhi at kemikleri ya da at kafatası, Anadolu’da
birçok yerde uğursuzluğa, kötü ruhlara karşı bir koruma vazifesi görmektedir.
Ayrıca Türk kültürünün yaklaşık 5000 yıldır temasta bulunduğu bölgeler ve
insanlarda da ilginç düşünce ve inançların ortaya çıkmış olması da dikkat
edilmesi gereken bir noktadır. Zira antik Yunan’daki ok ve yay kullanan yarı
at, yarı insan Sentorlar ile çeşitli İran, Mısır ve Çin çizimlerindeki at
üzerinde ok atan savaşçı tasvirleri gerçekten atlı Türk savaşçılarına
benzemektedir. Türklerin at üzerinde ok kullanabilen bir millet olması da, bazı
tarihçilerin Sentorlar ya da at üzerinde ok kullanan savaşçı çizimlerinin
Türkleri anlattığı iddiasının oluşmasını sağlamıştır.
Bütün bunlar göstermektedir ki, Türklerin binlerce yıldır temas kurmuş
olduğu Roma, Yunan, Anadolu, İran, Mısır, Arap, Tibet ve Çin uygarlıklarının
zihninde Türk ve at kavramları o kadar iç içe geçmiştir ki, bir birinden
ayrılamayan iki canlı, hatta birleşmiş bir tek canlı gibi görünmüşlerdir.
- Kafatası Kültü –
Hayatın kaynağı olan
beynin, kafatasında yer alması, dolayısıyla kafatasının hayatın koruyucusu gibi
bir görevinin olması ilkel insanın zihninde, olağanüstü bir duruma
yükselmiştir. Bu durum, kafataslarının, ruhların merkezi olarak algılanmasına
yol açmıştır. İlk zamanlar insan kafatası ile başlayan kült, zamanla
hayvanların evcilleştirilmesi ya da kullanılmaya başlanması ile köpek, sığır,
koyun ve son olarak at kafatası ile devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir.
Bu kültün dünyanın çeşitli toplumlarında olduğu bilinmektedir. Çanak
çömlek öncesi Neolitik dönemde Anadolu’da Çayönü, Çatalhöyük, Köşk Höyük ve
Harran kültürlerinde; Ürdün’de Erîha ve Ayn Gazal kültürlerinde, kafatası
kültüne rastlanmıştır. Özellikle Niğde’de yer alan Köşk Höyük’de, arkeologlarca
“kafatası binası” olarak adlandırılan bir binada 70 civarında kafatasının bulunması,
oldukça önemli bir olaydır.[21] Tibet
Budizmi olan Lama tapınaklarında da bir kafatası kültü vardır. Bu tapınaklarda
kafataslarının, bakır ya da gümüşle kaplanmış olması dikkat çekmektedir. Ayrıca
eski Harran kültüründe de kafatası tapınmasına rastlanmıştır.[22] Bunun
dışında Hindoloji uzmanlarından Prof. Dr. Walter Ruben, “Hind’de Köy ve Şehir”
adlı makalesinde Hindistan’daki bazı ilkel kabilelerin kafatası kültüne sahip
olduklarını, bazılarının da kafatası avcılığına önem verdiklerini
belirtmektedir.[23] Ayrıca
İtalya’da Monte Circeo’da bir kafatası meydanı ortaya çıkarılmıştır.[24]
Görüldüğü gibi dünyanın birçok bölgesinde bu kült, etkili olmuştur. Özellikle
neolitik dönemden itibâren birçok uygarlığın, bu kültü benimsemiş olduğu
görülmektedir. Dünyâda birçok uygarlığın benimsemiş olduğu kafatası kültüne
karşı, acaba Türkler nasıl yaklaşmış olabilir?
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, günümüzde çok azalsa da, kafatası
kültü, Türklerin arasında hâlâ yaşayan bir külttür. Anadolu ve diğer Türk
coğrafyasındaki birçok inanış ve gelenek, bunu açıkça göstermektedir.
Türklerdeki Tengrici inanışın bir göstergesi olarak ortaya çıkan kafatası
kültü, gerek kötülüklerden korunma, gerekse düşmanının gücüne sahip olma ve
gerekse de düşmanının ruhunu ele geçirme gibi nedenlerden dolayı yaşanmıştır.
Tarihî kaynaklar, bizlere Türklerde öldürülen düşman liderinin kafatası
ile içki içildiğini göstermektedir. Hun yabgusu Motun’un (Mao-tuen) MÖ 201–202
yıllarında savaştığı Yutçelerin (Yüe-çi) şefinin kafatasından bir kupa
yaptırdığı bilinmektedir.[25] Ebu’l
Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türkî adlı ünlü eserinde Kereyitlerin şefi Ong-Han’ı
(Toğrıl) öldüren Tayang Han’ın, Ong-Han’ın kafatasını gümüş içine
yerleştirdiğini ve daha sonra birtakım olağanüstülüklerin yaşandığını, bunun
üzerine Nayman büyüklerinin olayı hayra yormadıklarını anlatmaktadır.[26] Ayrıca Sakaların
kadın hükümdarlarından Tomris’in Pers imparatoru Kirus’u öldürmesi ve
kafatasından kadeh yapması bilinen olaylardır. Ayrıca Sâfevî şâhı İsmâil’in
Özbek Hanı Şaybak Han’ın kafatasından kadeh yaptırıp, bununla şarap içtiği,
ardından da Osmanlı Sultânı 2. Bâyezid’e gönderdiği bilinmektedir[27]. Bunların
dışında çeşitli Türk boyları ile Sibirya toplulukları ve Tunguz boylarının da
ele geçirdikleri kafataslarını korudukları ve taptıkları bilinmektedir. İnsan
kafatasının bu şekilde kullanılması bize gösteriyor ki, Türkler için kafa,
düşman ya da aile tarafından saklanıp varlığını sürdürür. Ona tapılır ve uzun
süre korunur. Ele geçirilen kafatasların uzun süre, hatta yüzyıllarca korunduğu
tarihî belgelerde yer almaktadır.
Ancak
asıl ilginç nokta ise yakın zamana kadar benzer inanışların sürmesidir. Meselâ
Erzurum’da yakın zamana kadar yağmur yağdırmak için mezar dışında ve açıkta bulunan insan kemikleri toplanarak suya
atılırdı[28]. İnsanlar, kuraklığın
açıkta bulunan kemikler yüzünden olduğuna inanmaktadır. Binboğa dağları
çevresinde Müslüman olmayan birinin kafatası bulunarak, yağmur yağdırsın diye
suya atılırdı.
Türklerde insan kafatasının yanında hayvan, özellikle at ve sığır
kafataslarının da önemli olduğu görülmektedir. Fotoğrafçı arkadaşım Yılmaz Kaya’nın
Çanakkale’nin Kızılkeçili köyünde çektiği fotoğraflar, bu durumu açıkça
belgelemektedir.
Ayrıca Çuvaş Türklerinde, Tanrı, çiftçiye bol ürün verdi ise şükür amaçlı
olarak tarlada, korkuluk üzerine at kafatası asılır. Yine Çuvaşlarda bu sefer,
büyü ve kötü ruhlardan korunmak amacıyla tarlaya, bahçeye ya da kapıya at kafatası
asılır.[29]
Kazak, Kırgız ve Başkurtların, kötü ruhlara ve büyüye karşı tılsım olarak
at kafatası kullandıkları bilinmektedir. Başkurtlar, ayrıca arı kovanlarının
etrafına da, arı sokmasına karşı at kafatası yerleştirmiş, kazıklar dikmişlerdir.
Kuzey Kafkasya bölgesi Türkleri de, tarım ürünlerini korumak için tarlalarına
at kafatası yerleştirilmiş kazıklar dikmektedirler.
Fotoğraflar: Yılmaz KAYA
Anadolu’da
da birçok yerde aynı gelenek sürmektedir. Meselâ Samsun’un Alaçam ilçesinin
Akbulut köyünde nazara karşı sığır kafatası dikilmektedir.[30]
Mersin’in Çapar köyü ile Arslan köyünde de, bir hoca (büyücü) at kafatasına dualar
yazar ve kafatasını dereye bırakır ya da herhangi bir suya koyar. Yağmur
yağdırma amaçlı olan bu eylemin yağmurun başlamasından sonra bitirilmesi
gerekir. Aksi halde köylülere göre yağmur kesilmez ve sel meydana gelir.[31]
Sivas’ta fazla
mahsul veren bir tarlayı nazardan korumak için at kafatası gömülür.[32]
Kars’ın Selim ilçesi Darboğaz köyünde de evlere nazar değmesin diye kapıya at nalı çakılır. Evin
girişine koç, köpek veya at kafatası asılır.[33] Ayrıca Mersin,
Hatay ve Diyarbakır’da mahsulleri nazardan korumak için bağ-bahçe ya da
tarlanın içine bir sırık üzerinde at, eşek, koyun, inek, köpek gibi
hayvanlardan birinin kafatası dikilir. Elazığ’da ekinler için bir hayvan
kafatası ya da bunun yerine insan kılığındaki bir korkuluğun kullanıldığı
görülür. Osmâniye’de ise tarlanın içinde kafatasıyla beraber bir de dikenli
çalı asılır.[34]
Ayrıca yağmur yağdırmak için Erzurum’da köpek kafasına dua yazılır ve suya
atılır. Denizli’nin Acıpayam ilçesinde çayırdaki değirmen suyunun çıktığı yere at kafatası gömülür. Erzurum’un
Pasinler ilçesinde at kafatasına dua
yazılıp suya atılır. Isparta’nın Uluborlu ilçesinde bir at kafatası bulunur. Güzelce yıkanır. Alın kemiği üzerine bir âyet
yazılır. Bu kafatasını, saflığı ile tanınmış bir şahıs, ayak değmemiş bir
akarsuya atar. Ankara’da at kafatasına,
yağmur duasından sonra, dua yazılır. Kastamonu da ise at yerine koyun
kafatası suya atılır.[35]
Hattâ İstanbul’un Sarıyer’de bulunan köylerinden Garipçe’de de birçok evin
kapısında at ve sığır kafatasları bulunmaktadır.
Kafatası kültü, doğrudan yer-sublarla ilgilidir. Birçok
noktada onların ongunu bile olabilmektedirler. Tengrici Türkler, yer-sub olarak
adlandırdıkları ruhların, her yerde olduğuna inanırlardı. Her dağın, suyun,
ovanın, derenin, otun, çayırın, hayvanın, taşın, çadırın ruhu vardı. Yer-sublar,
yerin ve suların ruhlarıydılar. Bu yüzden de, nereden geçerse geçsin,
insanoğlu, dikkatli olmak zorundaydı. Meselâ yüksek bir dağın yakınından geçen
bir Türk atlısı, atından iner ve iki dizini yere vurarak, dağa doğru dua
ederdi. Bu dua, hem dağın ruhuna, hem dağdaki taşların, ağaçların, hayvanların
ve suların ruhlarına, hem de dağın tepesinde bulunan ataların ruhlarına
yapılmış olurdu.
Yer-subların bazıları iyi, bazıları da kötü
karakterliydi. Bunların içinde Albız, kötülüğün temsilcisiydi. Yer altı tanrısı
ve Tengri’nin oğlu olan Erlik Han’a hizmet ederdi. Birçok kaynakta, şeytan
olarak gösterilmiştir. Özellikle loğusa dönemindeki kadınlara, çocuklara ve
atlara musallat olduğuna inanılırdı. Bunun kötülüklerini engellemek için
kurbanlar kesilir, loğusa şerbeti dağıtılır, bazı yerlerde de kadının başına
süpürge konurdu. Albız inancı, albastı, alkarısı gibi isimlerle hâlâ
yaşamaktadır. Ayrıca Tengrici dönemin iyi ruhlarından olan ve Ay’ı yöneten Ay
Dede’de hâlâ yaşamakta olan bir inançtır. Ben çocukluğumda Ay için Ay Dede
denildiğini çok iyi hatırlarım.
Her ne kadar inanç sistemi değişmiş olsa da, özellikle
ruhlarla ilgili düşüncelerde fazla bir değişikliğin olmadığı görülmektedir.
Bunda İslâmiyet’in ruhlar konusuna fazla girmemesi de şüphesiz etkili olmuştur.
Bu da insanların, ruh inançlarını ve birçok hastalığın, sıkıntının kaynağını,
ruhlara (ya da cinlere) bağlamaya devam etmelerine neden olmuştur.
- Sonuç -
İnsanlar ve toplumlar, tarih boyunca çeşitli dinleri benimsemişlerdir.
Zaman zaman kişisel, zaman zaman da toplu olarak din değiştirmeler yaşanmıştır.
Ancak insanların, eski inançlarını tamamen silip, hiçbir iz bırakmaksızın, yeni
dinlerine geçtikleri olmamıştır. Bu bütün dünya için böyledir.
Bugün Sibirya, Altaylar ve Moğolistan’daki az sayıda Tengrici Türk’ün
dışında kalan Türkler, Tengriciliği bırakmış, çeşitli dinleri benimsemişlerdir.
Gagauzlar, Çuvaşlar ile bir kısım Yakut, Hıristiyan; Karaimler, Musevî; Tuvalar
ve Sarı Uygurlar, Budist; geri kalan Türkler ise Müslüman’dır. Ancak dinleri ne
olursa olsun, bütün bu Türk topluluklarının içerisinde Tengricilik
yaşamaktadır. Adı olmasa da, ismi anılmasa da, fiîlen, üstelik oldukça canlı
bir biçimde yaşamaktadır.
Araştırmama ve yazıma ilham veren kafatası kültünün dışında yemek, düğün,
cenâze, oyun ve birçok geleneğin içinde Tengricilik yaşamaktadır. İnsanlar
bugün hâlâ dilek ağaçlarına çaput bağlıyorsa, evlerine nazar boncuğu asıyorsa, kötü
ruhlar ya da cinler giremesin diye evlere eşik yapıyorsa, loğusa kadınlar için
albız ya da albastıya karşı loğusa şerbeti dağıtıyorsa ya da başına süpürge
koyuyorsa, çocuklar hâlâ dokuztaş oynuyorsa, ölen birinin ardından, rûhu için
helva, lokma gibi tatlılar dağıtılıyorsa, uykuda çöken ağırlık, albız ya da
albastıya yoruluyorsa, ayrıca bunların dışında sayısız gelenek devam ediyorsa,
orada Tengricilik yaşıyordur.
Yaşayan Tengricilik, binlerce yılın kültürüdür. Binlerce yıllık kültürler,
kolay kolay yok olmaz. İslâmî açıdan hurafe ya da bâtıl inanç olsa bile, sosyal
bilimler açısından, bunlar bâtıl değil, halk kültürünün uzantısıdır ve
araştırılmayı bekleyen bir alandır.
-
Kaynakça -
- ACIPAYAMLI,
Orhan, Türkiye'de Yağmur Duâsı Ve Psiko-Sosyal Metodla İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih
Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt XXI-Sayı: 1-2 Ocak-Haziran 1963
- ARIK, Durmuş, Çuvaşların Dinî İnanışları
Üzerine, International Journal of Central Asian Studies, s.33, 11-1 2007
- BEKİ,
Selahaddin, Türk Mitolojisinde Kurban, Akademik Araştırmalar Dergisi,
Yıl 1, Sayı 3, Kış 1996, Sayfa 16-28.
- ÇIBLAK,
Nilgün, İçel’de Yağmur Yağdırma Törenleri, Folklor / Edebiyat,C.VIII,
S. XXXI, s. 93-103, 2002
- ÇIBLAK,
Nilgün, Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara Bağlı
Uygulamalar, Türklük Bilimi Araştırmaları (TÜBAR), S.15,
ss.103-125, 2004
- ERGİN, Muharrem,
Orhun Abideleri, Kül Tigin Abidesi, Doğu Yüzü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul
2012
- GÜNDÜZ,
Tufan, Son Kızılbaş Şah İsmail, Yeditepe Yayınları, 3. bs. İstanbul 2010
- GÜRSOY-NASKALİ,
Emine, (haz.), Bozkırdan Bağımsızlığa Manas, TDK Yayınları, Ankara 1995. (Sakaoğlu,
Said, Destan Kahramanlarının Ölümü)
- KAŞGARLI
MAHMÛD, Divânü Lûgâtit Türk, Kabalcı Yayınları, s. 621, İstanbul 2005
- KAYA,
Doğan, Sivas’ta Çeşitli İnanışlar, Sivas Folkloru Dergisi, c. 3, s.
28, sayfa l4-l7, Sivas, Mayıs 1975
- ROUX,
Jean-Paul, Altay Türklerinde Ölüm, Kabalcı Yayınları, İstanbul 1999
- RUBEN,
Walter, Hind’de Köy ve Şehir, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Dergisi, s. 3. c. 1., sayfa 29-44, Ankara 1943
- ÖGEL,
Bahaeddin, Türk Mitolojisi, C.I., 2. bs. Ank.,1993
- ÖZBEK,
Metin, Köşk Höyük (Niğde) Neolitik
Köyünde Kil Sıvalı İnsan Başları, Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters,
Cilt/Volume 26 Sayı/Number 1, Haziran /June 2009
- SMART,
Ninian, Tarih Öncesine Ait Dinlerle İlkel Dinler, çev. Günay Tümer, Ankara
Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi,
cilt: 25, s., 297-323, Ankara, 1981
- TEMİR,
Ahmet (çev.) Moğolların Gizli Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1995
- OLSEN,
Sandra, Botai: Early Horse Herders on the Steppes of Northern Kazakhstan, http://www.carnegiemnh.org/science/default.aspx?id=16609
(15 Eylül 2010)
- http://users.hartwick.edu/anthonyd/harnessing%20horsepower.html
(20 Eylül 2010)
- PALANCI,
Beyhan, Ölüm Kültü, http://www.kadinhaberleri.net/index.php?ctgr_id=4182&yazar_view=8220
(Erişim tarihi: 22 Eylül 2010)
- http://akbulutkoyu.blogcu.com
(Erişim tarihi: 10.11.2013)
- http://www.darbogazkoyu.com/pratikbilgiler.html
(Erişim tarihi: 22 Eylül 2010)
- http://www.prokarstterra.bas.bg/geo21/2007/5-07/pp21-22.html
(Erişim tarihi: 10.11.2013)
[1] Tengri: Tanrı, Gök Tanrı. Bu inançta, Tengri, her şeyi
yaratan, başı ve sonu olmayan yüce varlıktır. Bâzı bilim adamları, Tengri’nin
tek tanrı olduğunu iddiâ etse de, bu doğru değildir.
[2] Hazarlar, büyük Türk yönetimlerinden biri olmasına
rağmen Musevîliği benimseyenler, sadece yönetim kademesi ile çevresindeki
topluluklardır.
[3] Temir, Ahmet (çev.) Moğolların Gizli
Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1995
[4] Mengü (Sonsuz) Tengri’nin Gücüyle
[5] Türk
Oğuz beyleri, ulus, işitin; üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk ulusu,
ülkeni, töreni kim bozabilecek idi!
[6] Ergin, Muharrem, Orhun Abideleri, Kül Tigin Abidesi, s.16,
Doğu Yüzü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 2012
[7] http://www.prokarstterra.bas.bg/geo21/2007/5-07/pp21-22.html
(Erişim tarihi: 10.11.2013)
[8] Kaşgarlı Mahmûd, Divânü
Lûgâtit Türk, Kabalcı Yayınları, s. 621, İstanbul 2005
[9] a.g.e., sayfa 621. Umay’a
taparsan, oğlun olur.
[10] Roux, Jean-Paul, Altay Türklerinde
Ölüm, Kabalcı Yayınları, İstanbul 1999
[11] İlk insân Törüngey’e dâir anlatımlar ve inançlar,
semâvî dînler ile ilişkiye girdikten sonra görülmektedir.
[12] Her nesnenin ruhu olduğunu ve bunların akıllı ruhlar
tarafından yönetildiğine dayanan inanç sistemi.
[13] Şamanizm, bir dinden
ziyâde bir kültürdür. İçerisinde Tengricilik olmakla berâber şamanların
(kamların), rûhların, konar-göçerliğin, ozanlığın, hekimliğin, genel olarak
bozkır hayâtının kültürüdür.
[14] Olsen, Sandra, Botai: Early Horse
Herders on the Steppes of Northern Kazakhstan, http://www.carnegiemnh.org/science/default.aspx?id=16609
(Erişim târihi: 15 Eylül 2010)
[15] http://users.hartwick.edu/anthonyd/harnessing%20horsepower.html
(Erişim târihi: 20 Eylül 2010)
[16] Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi,
C.I., 2. bs. Ank.,1993
[17] Ögel, Bahaeddin, a.g.e.,
s. 513.
[18]Gürsoy-Naskali, Emine, (haz.), Bozkırdan Bağımsızlığa
Manas, TDK Yayınları, Ankara 1995, (Sakaoğlu, Said, Destan Kahramanlarının
Ölümü), sayfa 206
[19] Beki, Selahaddin, Türk Mitolojisinde
Kurban, Akademik Araştırmalar Dergisi, Yıl 1, Sayı 3, Kış 1996, Sayfa
16-28.
[20] Ögel, Bahaeddin, a.g.e., s. 550.
[21] Özbek,
Metin, Köşk Höyük (Niğde) Neolitik
Köyünde Kil Sıvalı İnsan Başları, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters, Cilt/Volume 26
Sayı/Number 1, Haziran /June 2009
[22]Palancı, Beyhan, Ölüm Kültü, http://www.kadinhaberleri.net/index.php?ctgr_id=4182&yazar_view=8220
(Erişim tarihi: 22 Eylül 2010)
[23] Ruben, Walter, Hind’de Köy ve Şehir, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, s. 3. c. 1., sayfa
29-44, Ankara 1943
[24] Smart, Ninian, Tarih Öncesine Ait
Dinlerle İlkel Dinler, çev. Günay Tümer, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
cilt: 25, s., 297-323, Ankara, 1981
[25] Roux, Jean-Paul, a.g.e, s. 129
[26] Roux, Jean-Paul, a.g.e, s. 131
[27]Gündüz, Tufan, Son Kızılbaş Şah İsmail, s.109, Yeditepe
Yayınları, 3. bs. İstanbul 2010
[28] Acıpayamlı, Orhan, Türkiye'de Yağmur
Duâsı Ve Psiko-Sosyal Metodla İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt XXI-Sayı: 1-2 Ocak-Haziran 1963,
s.18
[29] Arık, Durmuş, Çuvaşların Dinî İnanışları Üzerine, International Journal
of Central Asian Studies, s.33,
11-1 2007, s. 33
[30] http://akbulutkoyu.blogcu.com (Erişim
tarihi: 10.11.2013)
[31] Çıblak, Nilgün, İçel’de Yağmur
Yağdırma Törenleri, Folklor / Edebiyat,C.VIII, S. XXXI, s. 93-103, 2002
[32] Kaya, Doğan, Sivas’ta Çeşitli İnanışlar, Sivas
Folkloru Dergisi, c. 3, s. 28, sayfa l4-l7, Sivas, Mayıs 1975
[33] http://www.darbogazkoyu.com/pratikbilgiler.html
(Erişim tarihi: 22 Eylül 2010)
[34] Çıblak, Nilgün, Halk Kültüründe
Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara Bağlı Uygulamalar, Türklük Bilimi
Araştırmaları (TÜBAR), sayı 15, s.103-125, 2004
[35] Acıpayamlı, Orhan, age