“Bu umumî şartlardan sonra
bendeniz, bu kânûnda bir noktayı mahzûrlu görüyorum: O da 3. maddesi hükmile
Köy Enstitüleri'ni, yalnız köy ilk okullarını bitiren çocuklara hasrediliyor.
Şehir ve kasaba çocuklarının köylerle temasını kesiyor. Hâlbuki dünyânın her
tarafında bu temâsı çoğaltmak için yeni yeni tedbirler alındığını görüyoruz.
Büyük şehir çocuklarının köylere gitmelerini te'mîn için bütün milletler yarış
ediyorlar. Biz ise, bir iki şehrimiz müstesnâ, İstanbul, İzmir, Bursa gibi
diğerleri zâten mâhiyeti itibârile ufak olan ve halkının büyük bir kısmı ziraât
yâni köy işlerile meşgul olan kasabamsı şehirlerde ve kasabalarımızın
mekteblerinden çıkan ve belki de babasının ziraâtla ve yâhûd meyvacılıkla
meşgul olan çocukları bile köylere almıyoruz. Şu hâlde 40 - 50 sene sonraki
hayâtı tasvîr edersek memleketimiz ikiye ayrılmış olacaktır. Biri köylünün
kendi ruhile terbiyesi, biri de şehirli kısmı. Hâlbûki bugün görüyoruz, gerek
iktisâdî ve gerekse siyâsî bir takım doktrinlerle tıpkı ahlâkî mes'elede arzettiğim
gibi büyük büyük teşekküllerle büyük devletler çok meşgûl oluyorlar. Biz şehir
ve köy çocuklarına böyle birbirlerile kaynaştıracak yerde bir sâfiyet-i fikrîye
ile ayırırsak, sonra acaba bu köylere başka taraflardan yapılacak telkînlerle
günün birinde biz bu şehirlilerin karşısında başka fikirlerle onları mücehhez
bulmaz mıyız?”
Kâzım Karabekir – 17
Nîsân 1940 – Köy Enstitüleri hakkında TBMM görüşmeleri
"Bendenizce Köy Enstitüleri,
memlekette ilmî bir sûrette köylüyü kalkındırmak ve köylüyü terbiye etmek ve
köylüye cihânı anlatmak için büyük bir teşebbüstür. Fakat bu teşebbüs köylüyü,
şehre getirmek teşebbüsü değildir. Köylünün köyüne, arâzisine sevgi ile bağlı
olarak köyünde çalışması için yapılmıştır."
Kâzım Nami Duru (Manisa
Milletvekili) - 17 Nîsân 1940
"Arkadaşlar; bu kânûnla bizim
yaptığımız şey, bir kopya değildir. Fakat indî, uydurma bir iş de değildir.
Bizim yaptığımız bu işi, Bulgaristan'da başka mâhiyette görürsünüz, Meksika'da
başka şekilde bulursunuz. İlk öğretim mes'elesini bundan bir asır evvel
hâlletmiş memleketlerde de başka şekillere tesâdüf edersiniz. Biz hiç bir
memleketin ilk tahsîl mes'elesini hâllederken aldığı tedbîrleri aynen almadık.
Hepsinin târîhini biliyoruz, câhîli değiliz. Bunları kendi memleketimizin fiîlî
hakîkatine ve içtimaî realitesine uyarak yapmış bulunuyoruz."
Millî
Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel - 17 Nîsân 1940
Köy Enstitüleri, kurulduğu dönemden beri Türk eğitim
sistemi içerisinde tartışılan kurumlar olmuşlardır. 1940’lı yılların köy
eğitiminin temelini oluşturan bu yapı, bir kesim için muhteşem bir eser iken,
bir kesim için ise tam tersi bir şekilde bozguncu bir yapıdır. Bu okullarla
ilgili yapılan her iki yorumda, bilimsellikten uzak yorumlardır. Peki, Köy
Enstitüleri’nin gerçekte durumu nasıldı?
Köy Enstitüleri, 1940 yılında kurulmuş olan köy öğretmen
okulları ile köy eğitim merkezleri denilebilecek kurumlardır. Geçmişteki köy
öğretmen okulları ile ba’zı köy okullarının Alman nasyonel sosyalizmi ile
Sovyet komünizmindeki “kollektivist” köy-tarım okullarının, Türkiye koşullarına
uyarlanmasıyla oluşturulmuş kurumlardır. Her ne kadar gerek dönemin Millî
Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, gerek
dönemin İlköğretim genel müdürü İsmâil Hakkı Tonguç ve diğer birçok kişi, Köy
Enstitüleri’nin tamâmen millî bir kurum olduğunu ve hiçbir yerden etkilenme
olmadığını söyleseler de, Köy Enstitüleri’nin kuruluşundan önceki yıllardan hem
Almanya’da, hem de SSCB’de kurulan “kollektivist” köy-tarım okullarının, hem
programı, hem hedefi ile Köy Enstitüleri arasında çok sayıda benzerlik bulunmaktadır.
Kaldı ki, dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in yukarıda alıntı
yaptığım sözlerinde, sistemin, birçok ülkeden alınmış olduğu ortaya çıkmıştır.
Yukarıda alıntı yaptığım üç konuşmada, “Köy Enstitüleri
Hakkındaki Kânûn”un TBMM’ne sunulduğu 17 Nîsân 1940 târîhinde yapılmıştır.
Kâzım Karabekir Paşa’nın konuşmasının tamâmına bakıldığında, genel olarak Köy
Enstitüleri ile ilgili övücü sözler söylemektedir. Ancak alıntı yaptığım
kısımda da görüleceği gibi bu kurum ile ilgili çekincelerini belirtmiştir.
Gerçi Hasan Âli Yücel, buna, kendince bir cevâb verse de, bu cevâb, sâdece
geçiştirme amacı taşıyan bir cevâb olmuştur.
Karabekir Paşa’ya göre bu okulların kuruluş kânununda,
sâdece köy çocuklarına açık olduğunun yer alması, köylü ve şehirli ayrımına yol
açacaktır ve köy çocukları ile şehir çocuklarının farklı bir kültüre sâhib
olmalarına yol açacaktır. Eğitimin en önemli amaçlarından biri, milleti
birbirine yaklaştırma ve bölünmeyi engellemektir. Oysa böyle bir ayrımın,
kânûnun 3. maddesine eklenmesi, devletin, bizzât kendi ayağına kurşun sıkması
demektir. Kaldı ki, bu kurumun kaldırılmasından sonra yaşananlar ve birçok
enstitü me’zûnunun yaptıkları, açık bir şekilde Karabekir Paşa’nın ne kadar
haklı olduğunu göstermiştir.
Bununla berâber Köy Enstitüleri’nin bir Türkiye modeli
ortaya koymuş olduğu muhakkaktır. Manisa milletvekili Kâzım Nami Duru’nun da
ifâde ettiği gibi asıl mes’ele, köylünün köyünde kalarak, yaşamasını te’min
etmektir. Oysa bilindiği üzere o dönemde 17 milyon olan Türkiye nüfusunun büyük
bölümü köylerde yaşamaktadır. Bu yüzden de sanâyîleşmek isteyen ve fabrikalar
açan Türkiye için bu aslâ kabûl edilemez bir durumdur. Zîrâ sanâyîleşmek için
şehirlerde yeteri kadar işçi nüfûsuna ihtiyâc vardır. Bu ise ancak köyden,
kente göç ile te’min edilebilirdi. Enstitüler ise bunun önüne geçtiği için
Türkiye’nin sanâyileşmesi için ciddî bir engel teşkîl etmesi ihtimâli
belirmiştir. Tabiî olarak Türkiye’nin sanâyîleşmesini, Köy Enstitüleri
engelledi, gibi bir genelleme bilimselliğe ve gerçeğe uymaz. Ancak payını inkâr
etmekte yanlış olur.
Dışarıdan bakıldığında “köycü” gibi görünen bu kurum, var
olduğu dönemde köylüye dönük “angarya” uygulaması, öğrencilerle berâber
“köylüyü terbîye” gibi uygulamalardan dolayı köylerde de zamân zamân tepkiyle karşılanmıştır.
Sonuç olarak bakıldığında Köy Enstitüleri’ni kuşbakışı
olarak incelediğimizde, yanlış zamânda, yanlış amaçlarla, yanlış şekilde
programlanmış ve yapılandırılmış, olumlu bir kurum olarak niteleyebiliriz. Bu
yüzden de önce içi boşaltılmış ve işlevsizleştirilmiş, sonra da kapatılmıştır.
Dışarıda olan her şeyi, aynen Türkiye’ye almanın, bunu yaparken de Türkiye’ye
uyup uymayacağını düşünmeyenlerin, bu kurumların ortadan kaldırılmasında en
büyük payı olduğu unutulmamalıdır.
22 Kasım 2012
KUTLU ALTAY KOCAOVA