Görsel: 30 Mart 1925 târihli Cumhûriyet Gazetesi'nde yer alan isyânın yayılma haritası.
Geçtiğimiz
günlerde Şeyh Sâid üzerinden Diyarbakır’a, önümüzdeki referandum süreci ile ilgili
olarak asılan pankarttan dolayı Şeyh Sâid konusunda epey söz söylendi. Gerçi Türkiye’nin
neredeyse her kesimi, 1925 yılından bu yana sık sık konuşsa ve fikirlerini
söylese de Şeyh Sâid üzerinden yürütülen bu tartışmanın özünü bir kez daha
belirtmek durumundayız.
Öncelikle
dönemi içinde “Genç Hâdisesi”, “Kürd isyânı” gibi isimlerle anılan bu isyâna
her ideoloji, kendi ideolojisinin gözlüğü ile bakmayı tercih etmektedir. İslâmcıların
çoğu için cumhûriyetin kurulması, hilâfetin ve medreselerin kaldırılması gibi
laik devrimlere karşı bir “İslâmî kıyam”, Kemâlistlerin çoğu için ise Kürdlüğü
kullanan gerici bir isyân, sosyalistler için ise feodal gerici bir isyân… Peki,
ortada olan gerçek nedir?
Kasım
1918 târihli Irak İngiliz İşgâl Raporu'nda şöyle bir ifâde yer almaktadır[1]:
"Kürt aşiretlerle
idari anlamda ilişkimizin başlaması, 1917-18 kışında Hanekin'e gelmemizin
ertesinde oldu. Mayıs 1918'de Kerkük'e ilerlemek, kalıcı olarak Kifri ve Tuz'a
yerleşmemizi sağladı; her ne kadar o sırada Kerkük'ü elimizde tutamamış olsak
da işgal edilmiş bölgelere böylelikle katılan yerleşim bölgeleri de Kürt'tü.
Bazı Kürt aşiret reisleri, Şuabiye olayında bize karşı cihada katılma konusunda
ikna edilerek harekete geçirilmişlerdi; fakat hızlı bir biçimde anti-Türk ve
kesinlikle İngiliz yanlısı geleneksel tavırlarına geri döndüler. 1916'da
Rusların ilerlemesiyle birlikte yeni bir unsur ortaya çıktı. Müttefiklerimiz,
Güney Kürtleri tarafından sevilmemekteydi ve bu his, İngiliz taraftarı
oldukları su götürmez olanları bile Türklerle birleşerek Rus ilerlemesini
durdurmak hususunda harekete geçirdi. Ancak 1917'de Ruslar Türk sınırını bir
kez daha geçtiklerinde karşılarında teşkilatlı bir Kürt direnişi bulmadılar.
Bağdat düşmüştü, İngiliz birlikleri aşağı Diyale'teydiler ve Kürtler, bu
birliklerin hızla kuzeye ilerleyerek Türk Kürdistanı'nı ele geçirmelerini dört
gözle beklemekteydiler."
İngilizlerin
bu ifâdesi, aslında birçok noktayı aydınlatsa da, mes’eleyi basit bir İngiliz
hareketi olarak görmek, yine gerçeği anlamamızı engelleyecektir. Elbette
Türkiye’nin Musul harekâtını engellemek için İngilizlerin birçok adım atacağını,
bu konuda büyük silâh, para ve siyâsî destek vereceğini tahmîn etmek zor
değildir. Zâten alıntıladığım ifâde ile bunun olacağını da söylemiş oluyorlar. Bu noktada isyânın hemen ertesinde İngiltere’nin
Türkiye’ye karşı yaptığı askerî tahriklere dikkât çekmek gerekir. Kâzım
Karabekir Paşa’nın yazdığına göre 1 Eylül 1925 târihinde İngiltere donanması
Çanakkale boğazı ile İzmir’in önüne kadar gelmiş ve sâhillerimize projektör
tutarak, çeşitli tahrik girişimlerinde bulunmuştur[2].
Bununla birlikte isyânın başarısız olmasından ve Şeyh Sâid’in korkularından
dolayı planlanandan erken başlamasından olsa gerek, “İngiliz Yıllık
Raporlarında Türkiye 1925-1926”da şu ifâdeler yer almaktadır[3]: “Şeyh Said zengin ve cahil bir Nakşıbendi
şeyhiydi ve Kürt dünyasında sadece ikinci derecede bir etkisi vardı. Duruşması görülürkenki
ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, kendisini harekete geçiren temel saik dinî
idi. Yılın geri kalanında Türk Hükümeti ayaklanmanın temelinde millî değil dinî
tepkinin bulunduğunu açıklamak için çok uğraştı.”
İngiliz
desteği, kendisini her yönüyle göstermekle berâber yine de bir adımı atmak için
zemînin uygun olması gerekir. Gevşek bir zemînde adım atmak zordur. Oysa yine
alıntıda görüldüğü gibi isyân konusunda zemînin fazlasıyla uygun olduğu,
İngilizlerin tek yaptığının bunu kullanmak olduğu görülmelidir.
Bununla
birlikte yeni kurulan cumhûriyet hükûmetinin de bu isyânın başlaması noktasında
bâzı hat’â ve ihmâllerinin bulunduğu ortadadır. Doğu Anadolu’yu çok iyi bilen,
İstiklâl Savaşı’nın büyük komutanı Kâzım Karabekir Paşa, “Günlükler”inin, 8
Ekim 1924 Çarşamba târihli kısmında şöyle ilginç bir not düşmektedir[4]:
“8 Teşrinievvel’de
(340) Mister Tamil namıyla merkez memuru Nizamettin isminde biri ayandan Abdulkadir’le
Kürt ihtilali esaslarını hazırlıyorlar.”
Kâzım
Karabekir Paşa, ayrıca 19 Haziran 1924 târihinde Dâhiliye Vekîli (İç İşleri
Bakanı) Recep Bey ile görüştüğünü ve “Kürdistan hakkındaki layihalar ve
eserleri”[5]
sorduğunu belirtmektedir. Ayrıca 30 Nisan 1924 târihinde İsmet Paşa ile Musul
konusunda yaptıkları konuşmada da Musul konusunda herhangi bir emrivâki tarzında
askerî harekât için “adem-i muvaffakiyetli [başarısız, K.A.K.] bir teşebbüsün
arkası bir Kürt kıyamı olur”[6]
demektedir.
Ayrıca
TBMM çatısı altında Ergani (günümüzde Diyarbakır’a bağlı) milletvekili olan
İhsan Hâmid Bey, 19 Mart 1924 târihinde şöyle demekteydi[7]: “Arkadaşlar Musul meselesi yalnız Musul
meselesi değil, Musul meselesi bir Türkiye meselesidir. Musul meselesinin fena
bir şekilde halli bütün Türkiye'yi, bütün Türk istikbalini tehlikeye sokacak
bir vaziyettedir, İngilizlerin orada takibettiği siyaset nedir? Bir Kürd
hükümeti tesisidir. Kürd hükümetinin tesisine muvaffak olduğu gün arkadaşlar
onun aksülâmeli Şimale gidecektir ve Şimalde birtakım ihtilâtat hâsıl
edecektir. Bunu o havaliyi iyi bilen arkadaşlarımız pekâlâ takdir ederler.”
Görüldüğü
gibi Musul konusunun Lozan Görüşmeleri’nde çözülememesi ve cumhûriyetin kurulmasının
hemen ardından bir yandan İngilizler faâliyet yürütürken, bir yandan da Doğu
Anadolu üzerine bilgi sâhibi olanlar hükûmeti uyarmışlardır. Bununla birlikte
uyarılara kulak asılmadığı da maâlesef görülmektedir. Kâzım Karabekir Paşa, 17
Mayıs 1925 târihli Vakit Gazetesi’nde Çapakçur (günümüzde Bingöl merkezi)
öğretmeni Mehmet Zeki Dündar Alp Bey’in isyândan üç buçuk ay evvel bir Kürd isyânı
hazırlığı yapıldığına dâir vâlilik ve cumhurbaşkanlığına yazdığı telgrafların
yayınlandığını yine günlüğünde belirtmiştir[8]. Bu
noktada Mehmet Zeki Dündar Alp Bey üzerinde de durmak gerekmektedir.
Mehmet
Zeki Dündar Alp Bey, her vatandaşın yapması gerekeni yapıp, olayı bildirmiş,
ancak dönemin Genç vâlisi İsmâil Hakkı Bey tarafından bu ihbârların yalan ve
iftirâ olduğunu söylemiş ve Dündar Bey, görevden alındığı gibi bizzât vâlinin
emriyle hapse atılmıştır. Hattâ hapisten çıktıktan sonra 23 Nisân 1925 günü Lice’de
âilesinin önünde Şeyh Sâid yanlısı eşkıyâların saldırısıyla şehîd edilmiştir[9]. Her
ne kadar Genç vâlisi, Şark İstiklâl Mahkemesi tarafından bir sene, Çapakçur
kaymakamı da on beş sene hapse[10]
mahkûm edilse de, bu cezâların, yapılanın karşılığı olmadığını söylemek,
sanırım yanlış olmaz.
Bu
alıntılardan görüldüğü üzere, bölgede var olan Kürd hareketi, ne yazık ki,
gereken ilgiyi görmemiş ve tehlikenin henüz başlangıç safhasında ortadan
kaldırılması engellenmiştir. Bu yüzden de 8 Şubat 1925 târihin bir Nakş-ı Bendî
şeyhi olarak çok büyük bir dînî otoriteye sâhib olan Şeyh Sâid tarafından
İslâmî söylem kullanılarak Kürd isyânı başlatılmıştır. Yaklaşık üç ay süren
isyân ile Türkiye Cumhûriyeti topraklarının bir kısmı devlet kontrolünden
çıkmış ve Şeyh Sâid’in fiilî kontrolüne girmiştir. Böylece İstiklâl Savaşı’ndan
beri ilk defâ işgâl ortamı oluşmuştur.
Şeyh
Sâid’in Nakş-ı Bendî şeyhi olması, İslâmî söylem kullanması sebebiyle ne yazık
ki, bu hareket, sâdece şer’îâtçı bir isyân gibi algılanmış ve isyânın Kürdistan
fikri, hep geri planda tutulmuştur. Bu yüzden birçok İslâmcı grup, Sâid’e ve
isyâna sâhib çıkmış; birçok Kemâlist ve sosyalist grup da laiklik düşüncesiyle
karşı çıkmıştır. Oysa, isyânın ana unsuru olan Kürdler için durum öyle
değildir. Kürdler için bu olay, “Müslümân Kürdlerin, inançları ve
bağımsızlıkları için Türklere karşı giriştikleri bir Kürdistânî savaştır”.
2005-2006
yılında nüfusunun tamâmını Kürdlerin oluşturduğu Erzurûm’un Tekman ilçesinin Küllü
köyünde asker öğretmen olarak görev yaparken, Şeyh Sâid ile ilgili düşüncelere
bire bire tanıklık etmiştim. Tekman-Hınıs arasındaki bölgeyi Şeyh Sâid ve
âilesi, uzun süre yazlık arâzi olarak kullandığı için bölgede kendisine dâir
anlatımlar ve hikâyeler oldukça güçlüydü. Zâten bölge halkı da, bütün
unsurlarıyla isyâna katıldıklarını çok defâ söylemişlerdi. Bununla berâber bu
konuda en açık ve etkili söylem, bana göre, köylülerden biri tarafından şu
şekilde ifâde edilmişti: “Hoca, Şıh Sâid bizim kahramanımızdır, evlîyâmızdır.
Biz, onun devrinden beri sizi kabûl etmiyoruz”.
İngilizlerin
de belirttiği üzere Türkiye, her ne kadar bu isyânın bir Kürd isyânı değil de,
şer’îâtçı bir isyân olduğu düşüncesiyle hareket etse de, gerçeklerin üzerinin
hiçbir zaman tamâmen örtülemediği ve örtülemeyeceği görülmektedir. Atatürk
zamânında İslâmcı Kürd çizgisinde yürütülen Kürd hareketi, maâlesef etnik bir
hareket yerine ideolojik bir hareket olarak ele alındığı için zamanla Barzânî
ve PKK çizgisine evrilmiştir. Günümüzde ise Kürdler, Ortadoğu’nun dördüncü
milleti olma yönünde hızla ilerlemektedirler. Bu noktada yaşananları olduğu
gibi anlamak ve konuya duygusal değil, tam tersine akıl ve mantık çizgisinde
bakmak gerekir.
25.03.2017
KUTLU ALTAY KOCAOVA
[1] Irak'ta
İngiliz İşgal Yönetimi 1914-1918, İngiltere Devlet Arşivi Raporu (der. Ali
Satan), s.71, Tarihçi Kitabevi, 1. Baskı, Şubat 2016
[2] Karabekir,
Kâzım, Günlükler (1906-1948), c.2, s.966, 1. Baskı, Kasım 2009, İstanbul
[3] Satan,
Ali (der.), İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye 1925-1926, s.23, Tarihçi
Kitabevi, 1. Baskı, Kasım 2013, İstanbul
[4] Karabekir, Kâzım, a.g.e., s.931
[5] a.g.e.,
s.923
[6] a.g.e.,
s.917
[7] T.B.M.M.
Zabıt Ceridesi, Onaltıncı İctima, 19.3.1340, Devre:2, Cilt:7/1, İçtima Serisi:
2, s.744
[8] Karabekir,
Kâzım, Günlükler (1906-1948), c.2, s.953, 1. Baskı, Kasım 2009, İstanbul
[9] Çuluk,
Sinan, “Şehit Muallim Zeki Dündar Alp Bey”, http://sinanculuk.blogspot.com.tr/2016/07/sehit-muallim-zeki-dundar-alp-bey.html
(Erişim târihi: 25.03.2017)
[10] Karabekir,
Kâzım, Günlükler (1906-1948), c.2, s.974, 1. Baskı, Kasım 2009, İstanbul