Son dönemlerde Alevîlik tartışmalarının bir yönü de, Alevîliğin
etnik kökeni üzerinden olmaktadır. Bir inanç açısından çok yanlış bir tartışma
olmakla berâber ne yazık ki, toplumun birçok kesiminde, üniversitelerde bile,
tartışılan bir konu hâline dönüşmüştür.
Bunda Rıza Zelyut gibi Alevî inançlı ba’zı gazeteciler ile ba’zı
milliyetçi akademisyen ve yazarların payı büyüktür. Meselâ Rıza Zelyut, bu
konudaki fikirlerini sık sık tekrarlamaktadır. 20 Aralık 2007 târîhinde
Tercüman gazetesinden Gülçin Günay ile yaptığı röportajda şunları
söylemektedir.[1]
“Bugün Türkiye’de karşımıza çıkan Alevilik, Türk kültüründen
beslenen ve Türk kültürünü temsil eden bir Alevilik’tir. Bugün Kürt Alevi var
diye diyorlar ama Türkiye’de Kürt Alevi olarak bilinen kesimin yüzde 99’u
Türk’tür. Bunlar, 1514’te Çaldıran Savaşı nedeniyle Anadolu’dan kopan Alevi
Türkmenler’in Osmanlı baskısı nedeniyle Kürtleşmesinin sonucunda ortaya
çıkmıştır.”
Birçok kişinin tekrârladığı bu tez, ne yazık ki, hem yanlış, hem de
târîhi çarpıtmadır. Öncelikle şunu ifâde etmek gerekir. Türkiye’de yaşayan ve
Îrânî soyundan gelen Kürd ve Zaza Alevîlerinin yanında, Irak’ın kuzeyinde ve
Îrân’ın batısında çok sayıda Kürd Alevî bulunmaktadır. Ehl-i Hak ya da Ali
Allâhî olarak bilinen bu insânlar, Hz. Ali’nin Allah olduğunu inancını
taşırlar, Hacı Bektâş-ı Velî’nin nefeslerini Kürdçe olarak okurlar ve ev,
dergâh gibi toplanma yerlerinde “cem âyini”ni gerçekleştirirler. Türk
Alevîlerinde Teñrici unsurların fazla olması gibi, bunlarda da Zerdüşt unsurlar
oldukça fazladır.
Bununla berâber Osmanlı – Sâfevî mücâdelesinde, genellikle
Osmanlıların Alevî – Şiî Sâfevî devletine karşı Sünnî Kürdleri desteklediği
söylenir ki, doğrudur. Ancak burada gözden kaçan bir husus vardır. O da
benzerini Şâh İsmâil başta olmak üzere Sâfevî şâhlarının da yaptığıdır.
Sâfevîler de, Sünnî Osmanlılara karşı, Şiî Alevî Kürdleri desteklemiş ve
kullanmıştır. Kürdler arasında Alevîliğin olamayacağını savunanlar, Kürdlerin
Şâfiî Sünnî olduğunu söylemektedirler. Eğer bu mantık doğru olsa idi, Türklerin
büyük çoğunluğu da Hanefî Sünnî’dir.
Kaldı ki, kökeni 7. yüzyıla dayanan, 9. yüzyılda gelişme gösteren
ve yayılmaya başlayan bir inancın, bir millete âid olması mümkün olmadığı gibi
bunu böyle göstermek, hem büyük yanlış, hem büyük bir çarpıtmadır.
Türklük, bir soy ve bu soya dayalı olan milletin adıdır. Alevîlik
ise İslâm bünyesinde yer alan bir inanç şeklidir. Her ne kadar milletlerin
kültürlerinde inanç, büyük etki sâhibi olsa da, “Alevîler Türk’tür” ve bunun
çok daha ötesinde olan “Alevîler, gerçek Türk’tür” gibi ifâdeler, bilimsel olarak
çok büyük bir yanlış; milliyet düşüncesi açısından ise Türkler arasında ayrıma
yol açacak, kabûl edilemez söylemlerdir.
Bu durumda şu
söylenebilir. İyi de, Alevîliğin içerisindeki Teñrici unsurlar, ne oluyor? Ya
da Osman Turan’ın dediği gibi “Müslüman şeyhlerinden fazla eski Şaman (Kam)
ların hüviyetinde gözükmeleri” nasıl oluyor ve neden oluyor?
Asıl tartışılması
gereken konu budur. Burada karşımıza çıkan, Türklük ve Alevîliğin çok daha
ötesinde olan apaçık bir gerçektir. Coğrafya…
Bilindiği üzere
devlet kontrolü dışında kalmak isteyen Türk boyları ile isyânları bastırılan,
yenilen çeşitli Alevî inançlı gruplar (Türk, Fars, Kürd, Arab) dağlara
sığınmıştır. Bu durum, köyler ve özellikle şehirlerde kurulu bulunan “yerleşik
İslâm (Sünnî ve Şiî) anlayışları”ndan kopmalarına yol açmıştır. Bu arada Bâtınî
gruplar ve dervişler, dağlara sığınan bu insânları, propaganda ile yanlarına
çekmiştir.
Coğrâfî olarak
yerleşik İslâm anlayışlarının dışında kalan bu insânlar, hâliyle eski inanç ve
geleneklerini sürdürebilmişlerdir. Çünkü bunu engelleyecek yasakların farkında
olmadıkları gibi farkında olsalar bile bu konuda yaptırım uygulayabilecek
devlet ve toplum mekanizmalarının dışında kalmışlardır.
Dolayısıyla Alevî
Türklerin, eski Teñrici inançların birçoğunu devâm ettirmelerinin sebebi
Alevîlik değil, yaşadıkları coğrafyadır. Son elli yıllık süreçte, köyden kente
göç ile yaşananlar da, bunu göstermektedir. Şehirlere yerleşen Alevî
Türkmenler, semah ve benzeri gibi birçok gelenek ve âyini devâm ettirmektedir.
Ancak kafatası kültü ve Teñriciliğin doğrudan uzantısı denilebilecek birçok
inanç ve gelenek, ortadan kaybolmuştur. Gerçi Çanakkale, Kahramanmaraş,
Erzurûm, Kars gibi illerimizin ba’zı dağ köylerinde hâlâ yaşamaya devâm etse de[2],
şehirlerde yaşayan Alevîlerde, bu inançların yok olduğu görülmektedir.
Coğrafya ve
özellikle beşerî coğrafya, insânların inançlarında ve kültürlerinde çok
etkilidir. Onu yok sayarak, sunulan bütün tezler, yanlış ya da eksiktir.
Bununla berâber
Alevî âyinlerinin ve cemlerinin Türkçe yapılması da, tartışılabilecek bir
konudur. Ancak şunu söylemekte fayda var. Nusayrî olarak bilinen Arab
Alevîleri, âyinlerini Arabça, Ehl-i Hak ya da Ali Allâhî olarak bilinen Kürd
Alevîleri ise Kürdçe yapmaktadır. Bununla berâber Türkiye’de yaşayan ve ataları
Türk iken, günümüzde artık Kürd olan birçok Alevî topluluk ise âyin ve cemleri,
ataları gibi Türkçe yapmaktadır. Birçok kişi, bu ibâdetlerin Türkçe olmasından
dolayı bir Türklük bilincinin olduğunu söyler. Hattâ Osmanlı dönemindeki ba’zı
şâirlerin, Türklüğü hâkir gören, aşağılayan şi’rlerini örnek gösterir. Oysa, bu
âyinlerin Türkçe olmasının sebebi, yine coğrafyadır. İslâm’ın temel
ilkelerinden uzak olan bu insânların, ibâdetlerini Arabça yapmalarını beklemek,
büyük bir çelişki olurdu. Bununla berâber Osmanlı’daki ba’zı devşirme şâirlerin
Türklüğü aşağılayan şi’rlerinin yanında, aslen Türk soyundan gelen Pîr Sultân
Abdal’ın[3]
“Zaman” adını taşıyan ve Türklüğü aşağılayan hicvi de bulunmaktadır. Bu
şi’rinde genel olarak Türklüğü aşağılamaktadır. Uzun bir şi’r olduğu için
burada fikir vermesi bakımından, sâdece bir dörtlüğe yer vereceğim.[4] Dileyenler, 1943 yılında basılan ve Abdülbaki
Gölpınarlı ve Pertev Naili Boratav ikilisinin hazırladığı “Pir Sultan Abdal”
adlı kitâbdan tamâmını okuyabilirler.
Türk değil mi şu âlemin eşeği
Eşek değil belki itten aşağı
Hararlara sığmaz olur taşağı
Minnet üzerine düştüğü zaman
Görüldüğü gibi şi’rlerin ve âyinlerin Türkçe olması, bir Türklük
bilincine işâret etmemektedir. Elbette Türklük bilincine mensûb olan birçok
Alevî büyüğü vardır. Ancak bu da inançla değil, Türklük ve kişilik ile
ilgilidir.
Türkler arasında birlik olabilmesi için ayrımları körüklememek
gerekir. Alevî İslâm inançlı Türkler ile Sünnî İslâm inançlı Türkler arasında
yanlış anlaşılmalara yol açabilecek yorumlardan uzak durmak gerekir. Eğer İslâm
dîninin bir anlayışını, “gerçek Türklük” diye verirsek, bu diğer Türklere
yönelik bir aşağılama olacağı gibi Sünnî İslâm inançlı Türkler üzerinde kötü
sonuçlara yol açabilir.
Türkiye’de soğuk savaşın etkisi ile bir dönem yürürlüğe konan
Türk-İslâm Sentezi benzeri bir Türk-Alevî Sentezi, kimseye yarârı olmayan,
olması mümkün de olmayan, tehlikeli bir girişimdir. Yapılması gereken lâik bir
anlayışı benimsemek ve Türkleri, sâdece Türk olarak görüp, inançlarını
insânların kendisine bırakmaktır. Bu yapılırken, ne Alevî İslâm inançlı
Türkleri, ne de Sünnî İslâm inançlı Türkleri rencide etmeden davranmak gerekir.
Aksi takdirde millîyetçilik yapıyoruz diye çok tehlikeli bir yöne yönelmek,
işten bile değildir.
KAYNAKÇA
1.
Ahmed bin
Mahmûd, Selçuknâme, Tercüman Yayınları, 1977
2.
Aydın, Erdoğan,
Nasıl Müslüman Olduk?, Kırmızı Yayınları
3.
Balcıoğlu,
Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Alevîler’in Mühim Fa’aliyete Geçmeleri Ve
Türkistan’a Alevî Dâîlerinin Yayılmaları, Hilmi Ziyâ Neşriyâtı, Ahmet Sait
Tab’ı, 1940
4.
Çorotegin,
Tınçtıkbek, Kaşgarlı Mahmud’un Divanı ve Manas Destanında Doğu Türklerinin
Savaşları, Naskali, Emine Gürsoy, Bozkırdan Bağımsızlığa Manas, Türk Dil Kurumu
Yayınları, 1995
5.
Gölpınarlı,
Abdülbaki - Boratav, Pertev Naili, Pir Sultan Abdal, Ankara 1943
6.
İbnü’l-Esir,
İslâm Tarihi - El Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi, Bahar Yayınları
7.
İmâm Ebû Yusuf,
Kitâb’ul Harâc, Hisar Yayınevi, 1973
8.
Kaşgarlı
Mahmud, Divânü Lügâti’t Türk, Kabalcı Yayınları, 2005
9.
Kitapçı,
Zekeriya, Arapların Türkistan’a Girişi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 2000
10.
Kitapçı,
Zekeriya, Türkler Nasıl Müslüman Oldu, Yedi Kubbe Yayınları, 2009
11.
Kitapçı,
Zekeriya, Türkistan'ın Müslüman Araplar Tarafından Fethi, Yedi Kubbe Yayınları,
2005
12.
Kur’an-ı Kerîm,
Diyânet Vakfı Meâli
13.
Pakalın, Mehmet
Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB Devlet Kitapları, 1.
Fasikül, İstanbul, 1983
14.
Tereşçenko,
Aleksey, Hazarlar ya da Unutulmuş Bir Halkın Tarihi Yerlerinin Durumu Hakkında
Bilinenler, Piatigorsky Jacques, Sapir Jacques, Hazar İmparatorluğu VII ve XI.
Yüzyıllar, Bilge Kültür Sanat Yayınları, Ekim 2007
15.
Turan, Osman,
Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Turan Neşriyat Yurdu, 1969
16. Kaygusuz, İsmail, Şeyh Sâfi ve Şeyh Sadreddin, http://www.ismailkaygusuz.com/419/550/427-427.html
17.
Kocaova, Kutlu
Altay, Tengriciliğin Yaşayan Bir Yansıması: Kafatası Kültü - http://www.kutlualtay.net/kafatasikultu.htm
18. Tercüman Gazetesi, 20.12.2007, Gülçin Günay (Rıza Zelyut ile
röportaj)
http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=1391&Itemid=2 (Tercüman Gazetesi kapandığı için ilgili siteye link verilememektedir)
http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=1391&Itemid=2 (Tercüman Gazetesi kapandığı için ilgili siteye link verilememektedir)
[2] Kocaova,
Kutlu Altay, Tengriciliğin Yaşayan Bir Yansıması: Kafatası Kültü - http://www.kutlualtay.net/kafatasikultu.htm
[3] Türk
soyundan gelmekle berâber, kendisine “seyyid” demekte ve Kureyşli olduğunu
söylemektedir.
[4] Gölpınarlı,
Abdülbaki - Boratav, Pertev Naili, Pir Sultan Abdal, s. 56-57, Ankara 1943
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder