26 Ekim 2015 Pazartesi

BİR İSTİKLÂL DÂVÂSI: DOĞU TÜRKİSTAN


"Sovyetler Birliği ile komşu olan devletler, her şeyden önce bu devletle iyi geçinmesi gerekir."[1]
Tevfik Rüştü Aras

            1991 yılında Sovyetler Birliği dağılana kadar, Türkiye’de hep, “tek bağımsız Türk devleti Türkiye” sözü söylenirdi. Elbette bu söz, yanlış sayılmasa bile tam olarak doğruyu yansıttığı da söylenemez. Zîrâ 20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıda Türk devleti kurulmuştu. Elbette bunlar, pek uzun süre yaşamamışlardı. En sonuncusu da 1949 yılında yıkılmıştı. Bu devletin adı Doğu Türkistan Cumhûriyeti idi.

            Doğu Türkistan, târihin erken dönemlerinden beri Türklerin yurdu olmuş bir bölgedir. Bununla berâber târih boyunca birkaç defâ Çin istilâsına uğramıştır. Son istilâ hareketi ise 1877 yılında gerçekleştirilmiştir. O dönemde küçük çaplı ve daha ziyâde yerel unsurlar hâlinde olsa bile kendi yönetimine sâhib olan Doğu Türkistan, Sultân Abdûlazîz Han döneminde Osmanlı saltanat ve hilâfetine biâd etmişti. Osmanlı yönetimi de, buna karşılık olarak Kaşgar’da hüküm süren Yâkub Beğ’e “emîrü’l Müslîmin” ünvânı vermişti. Ancak Çin yönetiminin başlattığı istilâ hareketi ile berâber 1877 yılında bu devlet yıkılmış ve Doğu Türkistan, Çin yönetimi altına girmişti. Çin ordusu, hemen bir işgâl yönetimi kurmuş ve 11 yıl boyunca Doğu Türkistan’da işgâl yönetimi var olmuştur. Ancak 1888 yılına gelindiğinde Çin, burada bir genel vâlilik oluşturmuş ve bir eyâlet yönetimi meydâna getirmişti. Genel vâliliğin adı ise “yeni sınır” anlamına gelen, Sinkiang olmuştu.

            İşgâle karşı ise Doğu Türkistan istiklâl mücâdelesi, hiçbir zaman hız kesmemiş ve iki defâ başarıya ulaşmıştır. İlk olarak 12 Kasım 1933 târihinde Kaşgar’ın Könci mahallesinde “Gök Bayrak”ın göndere çekilmesiyle Şarkî Türkistan İslâm Cumhûriyeti kuruldu ve cumhurbaşkanlığına Hoca Niyaz Hacı getirildi. Ancak 1934 yılında Sovyet Kızılordusu’nun bu genç cumhuriyete saldırısı ve işgâl hareketi ile berâber bu Türk devleti târihe karıştı.

            Yazımın girişinde belirttiğim söz, dönemin Türkiye Dış İşleri Bakanı olan Tevfik Rüştü Aras’ın Türkiye’den tanınma taleb eden Doğu Türkistan’ın Türkiye temsilcisi Mustafâ Kenüi’ye söylediği sözdür. Türkiye’den tanınma taleb eden ve bunun için Atatürk ile görüşmek isteyen Mustafa Kenüi'yi Tevfik Rüştü Aras, engellediği gibi Kenüi’ye de aklı sıra böyle akıl vermektedir. Henüz 11 yıl evvel İstiklâl Savaşı’nı kazanmış bir ülkenin, dış işleri bakanı… Ayrıca Mustafâ Kenüi’nin görüştüğü birkaç devlet görevlisinden daha benzeri cevâblar almış, bâzıları buna Çin’i de eklemiştir.

            Bununla berâber Doğu Türkistan İstiklâl Savaşı, cumhuriyet ordusunun tamâmen yok olduğu 1937 yılına kadar devâm etmiştir. Ancak cumhûriyet ordusunun yok olması, bir milletin istiklâl savaşını yok etmez. Doğu Türkistan İstiklâl Savaşı, devâm etmiş ve 12 Kasım 1944’de Doğu Türkistan Cumhûriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Bu ikinci cumhûriyetin başına ise Ali Han Töre getirilmişti. Ali Han Töre’nin yaptıklarından rahatsız olan Sovyetler Birliği ve Çin, cumhûrbaşkanını Gulca’daki Sovyet konsolosluğuna görüşme için da’vet etmiş, ancak konsolos binâsında alıkoyup, Sovyetler Birliği’ne kaçırmışlardı. Dünyânın herhangi bir yerinde bu şekilde kaçırılan belki de tek devlet başkanı, Ali Han Töre’dir. Daha sonra onun yerine cumhûrbaşkanı olan Ahmet Cân Kâsımî de, Eylül 1949 yılında bindiği uçağın Sovyetler tarafından düşürülmesiyle öldürüldü. Aralık ayında ise Çin Halk Kurtuluş Ordusu (Çin iç savaşında Mao Zedung tarafından kurulmuş ve hâlâ Çin Halk Cumhûriyeti’nin ordusudur) tarafından Doğu Türkistan’ın işgâli ile berâber ikinci cumhûriyet de târihe karışmıştır.

* * *

            Doğu Türkistan Cumhûriyeti’nin yıkıldığı günden beri bölgede sık sık olaylar yaşanmakta, zaman zaman bu olayların bir isyân ya da bir istiklâl hareketi hâlini aldığı görülmektedir. Bu ise topraklarını kaybeden bir toplumun en doğal hakkıdır. Bununla berâber Çin yönetiminin en küçük olaya bile nasıl tepki verdiğini biliyoruz. Öldürmeler, mülklere ve mallara el koymalar, âileleri dağıtma, saç ya da sakal kesme, işkence ve daha birçok akla hayâle gelmeyecek cezâ yöntemleri…

            Buna karşılık Doğu Türkistanlı birçok Uygur ve Kazak Türkü, çâreyi göç etmekte bulmuştur. Çoğunluğu Türkiye’ye gelmek zorunda kalmış, bir kısmı ise ABD’ye yerleşmiştir. Doğu Türkistan mes’elesinde, bâzı kişilerin Çin yandaşlığı yapmasında da asıl etken de budur.

            Bilindiği gibi Türkiye, bu konularda genel olarak hep, karşı tarafı kızdırmayalım, düşüncesi ile hareket etmiştir. Bu yüzden de Dünyâ Uygur Kongresi lideri Râbiâ Kadir’e vize vermemiştir. Tabiî olarak aynı durumun Güney Âzerbaycan Türkleri’nden olan ve GAMOH örgütünün lideri Mahmut Ali Çöhreganlı’nın da başına geldiğini söylemek gerekir. Genel olarak Türkiye, dikta yönetimlerinden kaçan muhâlif isimlerin pek barınabileceği bir ülke olamamıştır. Bu durum ise bu kişilerin, ABD ya da başka ülkelerin yolunu tutmasına yol açmıştır.

            Türkiye’de eskiden beri sol hareketlerin içerisinde güçlü bir Maoist damar bulunmaktadır ve bu damarın en önemli temsilcisi ise Aydınlık hareketi ile onun lideri Doğu Perinçek ve başına geçtiği örgüt ve partiler oluşturmuştur. 1969 yılında, yasadışı olarak kurulan Türkiye İhtilâlci İşçi Köylü Partisi adıyla organize olan yapı, hemen ardından yasallaşmış ve Türkiye İşçi Köylü Partisi, Sosyalist Parti, İşçi Partisi ve son olarak da Vatan Partisi’ni çıkarmıştır. Bu arada Türkiye’de Maoist çizginin bir diğer temsilcisi ise İbrâhim Kaypakkaya tarafından kurulan yasadışı Türkiye Komünist Partisi – Marksist Leninist / Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (günümüzde Maoist Komünist Parti / Halk Kurtuluş Ordusu)’dur.

            Aydınlık hareketi olarak bilinen yapının, 80’li ve 90’lı yıllarda Apocu, 28 Şubat ardından ise Kemalist-ulusalcı bir görünüm almasına rağmen bünyesindeki Maoist ya da en azından Çin hâkimiyeti kaybolmamış ve sürmüştür. Öyle ki, bu yapı, günümüzde ulusalcı kanadı, büyük oranda kendi içinde eritmiş ve kendisini Atatürkçü, tam bağımsızlıkçı ve anti-emperyalist olarak görenler, Çin yandaşı olmakta bir sakınca görmemiştir.

            Türkiye’de Doğu Türkistan mes’elesinde Türkçüler ve bâzı milliyetçi ve İslâmcı grubların dışında en çok yazanlar da bunlardır. Ancak bunlar için Doğu Türkistan mes’elesi, ABD ve genel olarak Batı emperyalizminin Çin’i yok etmek için kullandığı bir konudur ve bölgede kesinlikle herhangi bir sorun yoktur. Bu konuda özellikle en etkili kalemlerinden olan gazeteci Bânu Avar’ın yazdıklarını okumak gerekmektedir. Kendisi Doğu Türkistan konusunda duyarlılık gösterenler için sosyal medyada yer alan sayfalarında şöyle demektedir:

“Türk milliyetçilerini dış Türklere odaklayıp ana vatanı bölme oyunu 1. Dünya Savaşında da sahneye konmuştu.”

“Birileri sahte Türkçülük maskesiyle Amerikan emperyalizminin goygoycusu olacak, samimi Türkçüleri arkasına takıp felç edecek, ‘Uygurların, Güney Azerbaycanlıların hakkı derken kendi ülkesinde yok edilecek, ‘Türküm’ demek yasaklanırken bakacak, yasalardan ‘TÜRK’ sözünün kaldırılması konuşulurken seyirci kalacak, Türkiye’nin bölünmesi için Anayasa hazırlanırken eli kolu bağlı kalacak, ama Uygur, Güney Azerbaycan diye ayağa fırlayacak, Türklük ‘gazı’ da bu yolla alınmış olacaktır.”  

            Doğu Türkistan’daki yaşanan Çin zulmünün gündeme gelmesini ABD oyunu olarak sunan ve böylece Çin’i aklamaya çalışan bu yapının doğruyu söylemediği ise ortadadır. Zîrâ ABD ile Çin arasında çok güçlü bir ekonomik işbirliği vardır. Ekonomisi tamâmen ihrâcata dayanan Çin’in ABD’ye yönelik ihrâcatı, CIA verilerine göre 2014 yılında %16,9 olmuştur. Yıllık 2,343 trilyon dolar ihrâcat yapan Çin’in ABD’ye yılda yaklaşık 400 milyar dolar ihrâcat yaptığını söyleyebiliriz. Avrupa Birliği, Japonya, Avustralya, Kanada gibi Batılı emperyalistler olarak nitelenen ülke ve birlikler de eklendiğinde, rakam yarı yarıya olmaktadır. [2] [3]

            Bu rakamlara baktığımızda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, ne ABD’nin ne de Batı’nın Çin’i yok etmek ya da parçalamak gibi bir düşüncesi yoktur. Üstelik olsa bile bunun yolu, Doğu Türkistan’da yaşananlara dâir gündem yaratmak değil, doğrudan Çin’in ihrâcatına zarar vermekten geçer. ABD Kongresi’nin destek aldığı bilinen Dünyâ Uygur Kongresi’nin almış olduğu yardım, bu mes’eleyi ABD’nin yörüngesine sokmayacağı gibi, öz olarak bakıldığında İstiklâl Savaşı yıllarında yaşanan Türk-Sovyet ilişkisine benzetebiliriz. Nasıl ki, İstiklâl Savaşı yıllarındaki Sovyet desteği, Türkiye’yi Sovyet yörüngesine sokmadıysa, varlığı en düşük seviyede olan Amerikan siyâsî desteği de Doğu Türkistan’ı ABD yörüngesine sokmayacaktır.

      Kendilerine bilimsel sosyalist diyen ve Karl Marks’ın izinden gittiğini söyleyenlerin, Marksizm’in “her olayın temelinin ekonomiye dayandığı” ilkesini unuttuklarını görmek ise gerçekten ibret verici bir hakikattir.

            * * *

            Doğu Türkistan mes’elesi, bizler için farklı bir ülkede yaşanan bir olay değildir. Tûrancılık, bütün dünyâ Türklüğünü, tek millet olarak görmek ve dağınık hâlde bulunan bu milleti birleştirmek ülküsüdür. Dolayısıyla bizim için Doğu Türkistan mes’elesi, bir kardeş ülkenin ya da milletin değil, bizzât bizim sorunumuzdur. Bizim için Ankara, İstanbul, Astana, Ürümçi, Ötüken, Lefkoşa, Bâkû ve Kırım aynıdır. Dolayısıyla Türkçüler, Doğu Türkistan mes’elesinde gönülden hareket ederler.

            Birileri Doğu Türkistan’da yaşanan katliâmların üzerini birkaç sahte fotoğraf üzerinden örtmeye kalksa da, birileri Doğu Türkistan’da yaşanan katliâmların üzerini birkaç aptalca olay üzerinden örtmeye kalksa da, bunu başaramayacaklar ve binlerce yıllık Türk yurdu, yeniden istiklâline kavuşacaktır. Yaşananlar göstermiştir ki, Tûrancılık dışındaki bütün millîyetçi akımlar sakattır ve yok olmaya mahkûmdur.

KUTLU ALTAY KOCAOVA

07.07.2015




[1] http://www.hurgokbayrak.com/yeni_sayfa_150.htm
[2] https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ch.html
[3] http://english.mofcom.gov.cn/article/zt_chinastatistics2014/news/201501/20150100862375.shtml