Sayın Başbakanımızın tarih bilgisi de evlere
şenliktir. Kanuni’yi seferden sefere (ve ima ediyor ki zaferden zafere) koşar
diye tanıyan Sayın Başbakan, gene bu sütunda daha önce de yazdığım gibi, bu
padişahın döneminin Osmanlı İmparatorluğunun ilk büyük kalıcı yenilgilerini
aldığı dönem olduğunu belli ki bilmiyor. 1529’da Viyana’yı almaya heveslenen
padişah, lojistik desteğin adam gibi planlanamaması, bugünlerde pek moda olan
bir terimle «stratejik derinlik» yoksunluğu ve istihbarat eksikliği nedeniyle
burada yenilerek kuşatmayı kaldırmaya mecbur kalmıştır. Hatırlanacağı üzere,
Osmanlılar bir defa daha tecrübe etmelerine rağmen asla Viyana’yı alamadılar ve
Orta Avrupa’nın bu doğal kapısı önünde durmak zorunda kaldılar. Bu Kanuni’nin
mirasıdır.
Babası Yavuz Sultan Selim’den beri Kanuni ve çevresi
hep Hint Okyanusuna inmeye heveslenmişlerdir. Her seferinde mini mini
Portekiz’den sopayı yiyip ya Basra’ya ya da Süveyş’e kaçmak zorunda kaldılar.
Basra Körfezi içinde bile tutunamadılar. Bu sürekli mağlubiyetin sebebi
Osmanlı’nın deniz savaşlarında kalyonların üstünlüğünü bir türlü anlayamamış
olması ve ısrarla yüksek bordalı gemiler olan kalyonlara nihayet büyük bir
sandaldan başka birşey olmayan kadırga ile saldırmaya kalkması (malûm, aynı
nedenle Fatih’in 143 parçalık donanması, 4 Ceneviz gemisini durduramamıştı!
Osmanlı aradan geçen neredeyse bir yüzyıllık zamana karşın bu mağlubiyetten
hiçbir ders almamıştır), adam gibi yelken kullanamaması ve Hint Okyanusunun
fiziki coğrafyası hakkında hiçbir şey bilmemesidir. Osmanlı’ya coğrafyanın
önemini anlatmaya çalışan Piri Reis’in bir dedikodu uğruna boynunu vurduran da
büyük padişahımız Kanunî’dir. Hani Tayyip Bey’in dizide beğenmediği saray
entrikaları var ya? İşte bugün bile bütün dünyanın takdirini toplayan zavallı
Piri Reis onlardan birinin günahsız kurbanıdır. Ama belki de bu Tayyip Bey’in
hoşuna gitmektedir. Onun devrinde olan Balyoz mahkemeleri ile Piri Reis’in
akıbeti arasında bir fark gören varsa beri gelsin. Osmanlı’nın bu coğrafya
cahilliğinin sebebini merak ederse Tayyip Bey, Kanuni’nin amirali Seydi Ali
Reis’in Mirat-ül Memalik’ini okusun ve bir amiralin görevi saraylarda Çağatayca
gazeller mi söylemektir yoksa gittiği yerlerde istihbarat mı toplamaktır onu
bir düşünsün. İnebahtı’da Kanuni’nin ölümünden sadece beş sene sonra
donanmamızın aldığı ağır yenilgi boşuna değildir.
Kanuni kendi zamanında bir de Malta’yı fethe
yeltenmiş, oradan da Hz. Yahya şövalyelerinden sıkı bir sopa yeyip kös kös geri
dönmek zorunda kalınmıştır. Bunun nedeni, bu kuşatma esnasında ateş püskürten
makinalar icat eden şövalyelerin hem teknik hem de disiplin üstünlüğüdür. Bir
de ağır bir yenilgi aldığımız bu savaş esnasında seksen yaşındaki büyük
amiralimiz Turgut Reisimiz bir hiç uğruna şehit olmuştur.
Kanuni kendi devrinde cereyan eden coğrafi
keşiflerden hiçbir şey anlamadığı için kısa zamanda Amerika’lardan gelen gümüş
Osmanlı iktisadını allak bullak ederek torunu III. Murat zamanında ilk
devalüasyonu yaşamamıza neden olmuştur. Yerim olsa o zaman medreselerde
başlayan ve öğrenci şekaveti ile doruğa çıkan rezillikleri yazacağım.
Sayın Ali Mehmet Celâl Şengör,
30 Kasım 2012 târîhli Cumhûriyet gazetesinin “Bilim ve
Teknoloji” isimli dergisinde yayınlanan “Sayın Başbakanın Ecdad-ı Âli Şânı” adlı makâleyi okuduktan sonra size bu
açık mektûbu yazmaya karâr verdim. Yazınızın mevcûd hükûmetle alâkalı kısmı
beni ilgilendirmediği için sâdece târîhle ilgili iddialarınıza cevâb vereceğim.
Ancak öncelikle kendimi tanıtayım. Ben, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde
“Sosyal Bilgiler” ve “TC İnkılâp Târîhi ve Atatürkçülük” öğretmeni olarak görev
yapan bir öğretmenim. Bu kısa bilgiden sonra asıl mes’eleye gelebiliriz.
Öncelikle bildiğim
kadarıyla bir “jeolog”sunuz ve profesörlüğünüz, bu alanla ilgili. Bu alanda
önemli çalışmalar yapmış olabilirsiniz. Ancak aslâ bir târîhçi değilsiniz.
Dolayısıyla târîhle ilgili bir konuda yazarken ya da yorum yaparken, jeoloji
alanındaki profesörlüğünüzün ve kariyerinizin hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmaz.
Zîrâ bu alan, sizin alanınız değil. Bu, benim gibi bir târîh öğretmeninin ya da
bir târîhçinin, televizyonlarda ya da gazetelerde “deprem” hakkında yorum
yapması ya da tartışması gibi bir şeydir. Bunun ciddî bir cehâlet alâmeti
olduğunu söylemeye gerek var mıdır?
Bu açık mektûbun geri kalan kısmında, madde madde
yazınızdaki yanlışları teker teker göstereceğim. Muhtemelen benim yazdıklarımı
okuduktan sonra kabûl etmeyeceksiniz. Hattâ doğru mudur, deyip,
araştıracağınızı bile sanmıyorum. Ancak unutmayın ki, yanlışta ısrâr, cehâletin
başka bir alâmetidir.
·
1529’da Viyana’yı
almaya heveslenen padişah, lojistik desteğin adam gibi planlanamaması,
bugünlerde pek moda olan bir terimle «stratejik derinlik» yoksunluğu ve
istihbarat eksikliği nedeniyle burada yenilerek kuşatmayı kaldırmaya mecbur
kalmıştır.
Târîhe
1. Viyana Kuşatması olarak geçen bu kuşatma, Osmanlı târîhi için önemlidir.
Ancak tâm anlamı ile bir yenilgi olarak görülemez. Zîrâ elbette Viyana
alınamamıştır. Buna rağmen bu sefer, Osmanlı için kazanç sağlamıştır. Çünkü bu
seferden sonra Habsburg hânedânı (Avusturya ve Kutsal Roma-Germen), yaklaşık 10
yıl boyunca Macaristan’ın iç işlerine karışamamış ve Osmanlı’ya karşı bir
harekette bulunamamıştır. Fetih gerçekleşmeden kaldırılan kuşatmaları, bozgun
gibi niteleyeceksek, Yıldırım Bâyezid Han’ın, Çelebî Mûsâ’nın, Çelebî Mehmed
Han’ın, Sultân II. Murâd Han’ın gerçekleştirdiği ve çeşitli sebeblerle
kaldırmaya mecbûr kaldıkları “İstanbul Kuşatmaları”nı da bozgun kabûl etmemiz
gerekir. Ayrıca genel savaş süreci içerisindeki başarısız olan bir bölümü alıp,
bunu genele yaymak, bilimsel ahlâk açısından nasıl değerlendirilir? O zamân
İstiklâl Savaşı içerisinde kaybettiğimiz Kütahya-Eskişehir muharebelerine
bakıp, İstiklâl Savaşı’nda bozguna uğradığımızı mı düşüneceğiz? Bu ise cehâletin
olmasa da, dalâletin alâmetlerinden biridir.
·
Babası Yavuz Sultan
Selim’den beri Kanuni ve çevresi hep Hint Okyanusuna inmeye heveslenmişlerdir.
Her seferinde mini mini Portekiz’den sopayı yiyip ya Basra’ya ya da Süveyş’e
kaçmak zorunda kaldılar. Basra Körfezi içinde bile tutunamadılar. Bu sürekli
mağlubiyetin sebebi Osmanlı’nın deniz savaşlarında kalyonların üstünlüğünü bir
türlü anlayamamış olması ve ısrarla yüksek bordalı gemiler olan kalyonlara
nihayet büyük bir sandaldan başka birşey olmayan kadırga ile saldırmaya
kalkması (malûm, aynı nedenle Fatih’in 143 parçalık donanması, 4 Ceneviz
gemisini durduramamıştı! Osmanlı aradan geçen neredeyse bir yüzyıllık zamana
karşın bu mağlubiyetten hiçbir ders almamıştır), adam gibi yelken kullanamaması
ve Hint Okyanusunun fiziki coğrafyası hakkında hiçbir şey bilmemesidir.
Yazınızın
bu kısmı da, diğer kısımları gibi bilgi yanlışlarıyla doludur. Öncelikle eğer,
övündüğünüz gibi bir bilim adamı iseniz, bilimsel bakışın nasıl olduğunu
bilmeniz gerekir. Buna göre “mini mini Portekiz’den sopa yiyip” gibi bir
ifâdeyi kendinize yakıştırmanız, bulunduğunuz seviye açısından bir alâmettir.
Ayrıca şunu da ifâde etmek gerekir ki, Portekiz, söz konusu târîhte hiç de
küçük bir devlet değil, tam tersine büyük bir sömürge imparatorluğudur.
Portekiz, 1515 yılında Hürmüz boğazı’ndaki Hürmüz adasını ele geçirmiş ve
boğazı kontrol altına almayı başarmıştı. Dolayısıyla Hind Deniz Seferleri
olarak bilinen Hindistan’daki Müslümân devletlere yardım seferlerinde,
Portekizlilerin üstünlüğünün asıl sebebi, kalyonlar değil, Hürmüz adasında
oluşturdukları, stratejik üstür. Ancak buna rağmen, Osmanlı donanması, Gucârât
Emirliği’ne yardım göndermeyi başarmıştır. Ayrıca sonraki süreçte, günümüzde
Endonezya’ya bağlı bir ada olan Açe adasındaki Açe Emirliği’ne bile yardım
gönderilebilmiştir. Bu, Hind Deniz Seferleri’nin, tamâmen başarısız olmadığını
göstermektedir.
Bununla
birlikte İstanbul’un fethi ile sonuçlanan kuşatma esnâsında büyük Osmanlı
donanmasının arasından geçerek Haliç’e giren Lâtin gemilerinin, bunu
başarabilmesini, sâdece kalyon olmalarına bağlamak ise cehâletin başka bir
alâmetidir. Unutmayın ki, Preveze Deniz Zaferi’nde Barbaros la’kablı Hızır
Hayreddîn Paşa, bünyesinde 50 kalyon bulunan Haçlı donanmasını, hiç gemi
kaybetmeden yok etmeyi başarmıştı. Ayrıca Türk korsanlarının sık sık Atlas
Okyanusu’na açıldıkları, İngiltere ve İzlanda kıyılarına kadar ulaştıkları ve
hattâ Amerika kıyılarında bile görüldüklerini biliyoruz. Bunun sebebi, Akdeniz
ile Atlas Okyanusu bağlantısıdır. Oysa Hind Okyanusu için böyle bir durum söz
konusu değildir. Dolayısıyla Basra Körfezi ve Kızıldeniz’deki tersânelerde
yapılan gemilerle oluşturulan donanmalardır. Hind Deniz Seferleri’ndeki
başarısızlığın en büyük sebebi de, budur. Ne yazık ki, lojistik destek düzenli
olarak sağlanamamıştır.
·
Osmanlı’ya
coğrafyanın önemini anlatmaya çalışan Piri Reis’in bir dedikodu uğruna boynunu
vurduran da büyük padişahımız Kanunî’dir. Hani Tayyip Bey’in dizide beğenmediği
saray entrikaları var ya? İşte bugün bile bütün dünyanın takdirini toplayan
zavallı Piri Reis onlardan birinin günahsız kurbanıdır.
Eğer
Pîrî Reis’in i’dâmı konusunda gerçekten böyle düşünüyorsanız, ya câhilsiniz ya
da art niyetlisiniz. Zîrâ Pîrî Reis’in neden i’dâm edildiği bilinmektedir. Bu
i’dâmın sebebi, Kânûnî Sultân Süleymân Han’ın Hürmüz adasının fethedilmesi,
bölgeden Portekizlilerden temizlenmesi, bunu yaparken dikkat çekmemesi ve
bölgede kesin Osmanlı hâkimiyeti kurmak konusunda verdiği “hatt-ı hümâyûn”a,
yânî pâdişâh emrine rağmen önce Ummân’a saldırmış ve Maskat’ı yağmalamıştır.
Bunun üzerine Osmanlıların, kendi üzerine geldiğini tahmîn eden Hürmüz’deki
Portekizliler, civârdaki bütün gemileri, Hürmüz’de toplamış ve kaleye
çekilmiştir. Pîrî Reis ise birkaç küçük çaplı saldırıdan sonra geri çekilerek,
Basra’ya gitmiştir. Zâten i’dâmının sebebi de bu olmuştur. Yânî hem pâdişâhın
emrine karşı geldiği için, hem bu yüzden bozguna uğradığı için, hem de kimseyi
dinlemeyip, geri çekildiği için.
Kanuni kendi
zamanında bir de Malta’yı fethe yeltenmiş, oradan da Hz. Yahya şövalyelerinden
sıkı bir sopa yeyip kös kös geri dönmek zorunda kalınmıştır. Bunun nedeni, bu
kuşatma esnasında ateş püskürten makinalar icat eden şövalyelerin hem teknik
hem de disiplin üstünlüğüdür. Bir de ağır bir yenilgi aldığımız bu savaş
esnasında seksen yaşındaki büyük amiralimiz Turgut Reisimiz bir hiç uğruna
şehit olmuştur.
Portekizlilerden
sopa yenilmesinden sonra bir de Malta Şövâlyeleri’nden sopa yenilmiş… Savaşlar
vardır ve ba’zen kazanılır, ba’zen kaybedilir. Her yenilgiyi, sopa yemek olarak
görürseniz, buna cehâlet denemez. Ancak dalâlet ve gaflet arasında bulunduğunuz
görülür. Savaşta yenilginin sebebleri arasında teknik zayıflık yoktur. Zîrâ
böyle bir durum, söz konusu değildir. Yenilgide ada coğrafyası ile savaşın
başında Turgut Reis’in şehîd düşmesinin payı büyüktür. Bununla berâber Turgut
Reis’in bir hiç uğruna şehîd düştüğünü iddiâ etmek ise tam bir aymazlık
alâmetidir. Zîrâ Türklerde, târîhin her döneminde savaşta ölmek, önemsenmiştir.
Hattâ Teñrici Türklerde, yatağına eceli ile ölen bir kişi, korkak kabûl
edilirdi.
Bununla
berâber söylemekte fayda var. Malta’nın fethinin Kânûnî Sultân Süleymân Han’dan
isteyen ve bunun için çaba harcayan, Turgut Reis’tir. Zîrâ bu büyük Türk
denizcisi, biliyordu ki, Malta’nın fethi ile hem bütün Akdeniz, Türk kontrolüne
girecek, hem de Avrupa’nın direnişi büyük ölçüde kırılacaktı. Tabiî, bunu sizin
bilmemenize şaşırmamak gerekir. Zîrâ târîhçi değilsiniz.
Kanuni kendi
devrinde cereyan eden coğrafi keşiflerden hiçbir şey anlamadığı için kısa
zamanda Amerika’lardan gelen gümüş Osmanlı iktisadını allak bullak ederek
torunu III. Murat zamanında ilk devalüasyonu yaşamamıza neden olmuştur. Yerim
olsa o zaman medreselerde başlayan ve öğrenci şekaveti ile doruğa çıkan
rezillikleri yazacağım.
Kânûnî
Sultân Süleymân Han, coğrâfî keşifleri tâkib ettirmiştir. Hattâ Avrupalıların
attığı her adımı tâkib ettirmiştir. Ancak Okyanus Avrupalıları’nın (İngiltere,
İspanya, Portekiz) mücâdele alanı doğrudan, Osmanlı toprakları ya da denizleri
olmadığı için arada büyük bir mücâdele yaşanmamıştır. Bununla berâber sizin,
kalkıp, Sultân III. Murâd Han zamânında yaşanan devalüasyonu dedesine
bağlamanız, gerçekten açıklaması çok güç bir durumdur. Bu yorum ile Türkiye’nin
günümüzdeki durumunu Atatürk’e bağlamak arasında hiçbir fark yoktur. Aynı câhilâne
tavırdır.
Yanlışlarınızı
tek tek size yazdıktan sonra dileğim, bir daha târîhle ilgili hiçbir yorum yapmamanız,
hiçbir yazı yazmamanızdır. Zîrâ târîh, böyle bir câhilliği kaldırmaz.
Yazdıklarınız cehaletten kaynaklanmıyorsa, bu durum, bir art niyet göstergesidir
ki, aslâ kabûl edilemez.
KUTLU
ALTAY KOCAOVA
3
Aralık 2012
"Jeolog Celâl Şengör'e Açık Mektûb" başlıklı yazıma, Celâl Şengör'den gelen cevâbî mektûb ve benim karşı cevâbım...
Muhterem Kutlu Bey,
banim kanuni yazımı tenkid eden yazınızı okudum. Bu cevabını bence Cumhuriyet bilim Teknik'e göndermelisiniz. Orada size belegelerle cevap vermek hoşuma gidecektir, zira siz belli ki benim tarih konusundaki yayınlarımı ve faaliyetimi bilmiyorsunuz. Bir Almanca tarih dergisini yöneten büyük bilim tarihçisi Sayın Prof. Dr. Fuat Sezgin, Osmanlı'nın Hind Okyanusu politikasını anlatan bir kitabın eleştirel tanıtımını benden istemişti., Bu yazı yayımlanmıştır. Tarih öğretmeni olduğunuzu söylediğiniz halde sanırım literatürü izlemiyorsunuz. İzleseniz hem benim tarihteki araştırmalarımı öğrenir, hem de kendi yazdıklarınızın tarihsel destek ve mantıktan yoksun olduğunu görürdünüz (şunu htırlatayım: Ben ABD Jeoloji Derneğinin bilim tarihi bölümünün de bir yıl başkanlığını yaptım. Ayrıca benim tarih bilgimi Sayın Prof. Dr. ilber Ortaylı'ya da sorabilirsiniz)
Saygılarımla,
Celal Şengör
---------------------------------------------------------------------------------
Sayın Celâl Bey,
Târîhle ilgili yayınları, mümkün olduğu kadar tâkib etmeye çalışıyorum. Tabiî söylediklerinize göre "bilmediğiniz" şeklindeki yorumlarımı geri alıyorum. Ancak bence, sizin kariyerinizdeki biri için bu çok daha ağır bir mes'eledir.
Cevâb verdiğiniz için teşekkürler...
Esen kalınız...
Hatasız kul olmaz diye boşuna dememiş atalarımız. Her insan hata yapabilir önemli olan bu hataları en kısa sürede farkedebilmek...
YanıtlaSilYazılarınızı beğenerek okuyorum Kutlu hocam. Sağlıcakla kalın...
Teşekkür ederim...
SilAltay Beğ, her boka maydanoz bu adam geçenlerde yayınlanan bir röportajda bok yemenin bir zararı olmadığını, hattâ kendisinin de bok yiyebileceğini açıkça beyân etti. Kendisine afiyet olsun deyip bırakalım ne bok yerse yesin. Yeterince rezil oldu zâten. Selâmlar.
YanıtlaSilKesinlikle ağabey... Haklısın...
SilAltay Beğ, her boka maydanoz bu adam geçenlerde yayınlanan bir röportajda bok yemenin bir zararı olmadığını, hattâ kendisinin de bok yiyebileceğini açıkça beyân etti. Kendisine afiyet olsun deyip bırakalım ne bok yerse yesin. Yeterince rezil oldu zâten. Selâmlar.
YanıtlaSilHocam, Celal Beyden gelen cevap aynen böyle midir yoksa üzerinde oynama mı var? Celal Beyin yazım kurallarına dikkat etmemesi ve adeta baştan savma bir cevap vermesi şaşırttı doğrusu.
YanıtlaSilCelâl Şengör'ün gönderdiği yanıtta oynama yapmak ahlâksızlığına düşecek olsam, size dürüstçe mi yanıt veririm? Size evet, oynama yaptım mı derim? Bunu diyecek olsam, niye üzerinde oynama yapayım? Yâni bu sorunuz, öz olarak bana ahlâksız mısınız, ahlâklı mısınız demek gibi bir şey.
Sil