5 Ocak 2017 Perşembe

BİR UĞURLAMA -ERK AMCA’YA-

            


         Erk amca öldü. Her insan ölür. Lâkin bizi yaşatan, sevdiklerimizi yaşatan, hâtırâlardır. Erk amca öldü. Ama bu ölüm, sâdece maddî bir ölümdür ve hâtırâlarıyla yaşamaya devâm ediyor.

            Ama… Ama yine de göremeyecek, duyamayacak olmanın burukluğunu aşabilecek miyiz? Belki, evet… Sonuçta hangi birimiz büyük ölümler yaşamadık, değil mi? Gerçi adı üzerinde büyük ölüm… Büyük ölümlerin yara izi geçer mi? Sanmıyorum… Peki, geçmesi gerekir mi? Hâyır… Çünkü o izler, hâtırâlardır ve büyük ölüler, hâtırâlarda yaşar.

            Ben, Erk amcamı, Erk Yurtsever’i tanıyalı, yaklaşık 12 yıl oluyor. Bu on iki yılda sayısız kez ziyâret ettiğim, fikirlerine danıştığım, sohbet ettiğim bir insan.  Türkçülük fikrimin temellenmesinde büyük payı var. Bununla birlikte şimdiye kadar bu kadar mütevâzi bir insanla tanışmadım dersem yanlış olmaz. İsmi Atatürk tarafından (babasının çektiği telgraf üzerinden) konulmasına rağmen, bundan öğretmeni Atsız Hoca’ya bile söz etmeyen, ancak Turan Yazgan Hoca’ya bir sohbet sırasında söyleyen bir insan. Atsız Hoca’dan devraldığı târih metodolojisi ve temeli, herhangi bir akademik yapısı olmamasına rağmen, birçok târih profesöründen daha bilgili bir kişi olmasını sağlamıştır. Ama yine de bir kere bile bu bilgisi ile insanları etkilemeye çalışmamıştır. Bu da Erk amcanın şahsında Atsız Hoca'nın bilimsel seviyesinin göstergesidir, aslında.

            Bununla berâber benim, görece daha şanslı olmamı sağlayan önemli bir husus var. O da, Erk amcanın nikâh şâhidim olmasıdır. Hatırlıyorum da, evliliğime az bir süre kala rahmetli babam, bana nikâh şâhidi olarak kimi seçeceğimi söylemişti. Ben de, henüz karar vermediğimi ama Erk amcaya soracağımı söylemiştim. Babam, bekâr arkadaşlarımdan birini seçeceğimi düşünerek, “Nikâh şâhidi herkesten olmaz. Hiç boşanmamış, yaşı, aklı ve nikâhı kemâle ermiş kimselerden olması gerekir” demişti. O günlerde de Erk amca, hafta sonlarında bize Göktürk yazısı dersi veriyordu. Kadıköy’e dönerken, düşüncemi utana sıkıla ona açmış ve kabûl etmesini ricâ etmiştim. Çok mutlu olmuştu.

            Bunca hâtırâların içerisinde elbette Erk amca, yaşamaya devâm edecek ve biz de, bu sâyede o hâtırâları yaşayacağız. Ama yine de 3 Mayıslarda, 11 Aralıklarda, 12 Ocaklarda, gözüm hep Erk amcayı arayacak.

            Ne diyebilirim, ne hissedebilirim bilmiyorum. Ama bildiğim şu ki, İçerenköy Mezârlığı, Erk amca ile birlikte bir büyük ölüyü ağırlıyor ve ben sık sık orada olacağım. Bilge Kağan, eğer Erk amcayı karşıladıysa, emînim şöyle demiştir:


            “Zamânı Tanrı yaşar. Kişi oğlu, hep ölümlü türemiştir.”

05 Ocak 2017

Not: Bu yazıyı Erk amcamın ölümünün üzerinden iki gün geçtikten sonra yazmıştım. Yarın ölümünün birinci yıl dönümünü anacağız. Bununla birlikte Erk amcamı nikâh şâhidim ve öğretmenim olmasının yanında benim için bir ayrıcalık hükmünde olan bir mevzû var ki, bu konuda da Erk amcamın oğlu Erkin ağabeyime teşekkür etmem gerekir. Erk amcamın kabrinin tasarımını yaptığım için sağ olsun, kabrin kenarına soyadımı yazdırmış. Böylece Erk amcamla bir kez daha bütünleşmiş oldum...

1 yorum: